20 Ağustos 2014 Çarşamba

Annesinin Koca Ayaklı Kızı Bölüm 37

 
Herkesin bir “öz eşi” olduğu fikrine küçük yaşlardan beri inanırım. Bazen kilometrelerce uzakta, dilini bile bilmediği bir ülke de yaşayan öz eşini hiç tanımadan göçüp gider insan bu dünyadan bazen de aynı cadde de teğet geçebilir yanımızdan. Karşınıza çıkan her insan sizi kısmen tamamlayabilir ama öz eşiniz hariç. O sizi tamamlamaz, o zaten sizin için yaratılmış olan ruh ikizidir. Tıpkı Havva’nın Âdem için yaratıldığı gibi…
Herkese dileyebileceğim belki de en güzel dilek öz eşini bu dünya da bulmasıdır…

Bölüm 37
“Ateşli Bir Sabır”

Yağan yağmura aldırmadan yakındaki bir banka oturup bir aydır çantam da taşıdığım kitabı bir kez daha usulca çıkardım. Ona bir şey olmasını istemiyordum. Kitabın karton kapağına hafifçe dokunup ıslanmadan önce göğsüme bastırdım. Evet itiraf ediyorum, ben de onlardan biriyim. Şu çantasında makyaj malzemesi yerine kitap taşımayı tercih edenlerden! O boyaları sürsem muhtemelen üç dört saate uçardı belki kalmazdı bile izi yüzüm de ama ya o kitapta yazan cümleler? Onlar şu aklıma mıh gibi kazınmıştı bir kere.
Ben bugün kalbimi yerinden çıkaran bir şey öğrendim. Sahip olduğu kitaplarının her detayını okuma hastası olan ben özellikle içim burkularak okurdum yayınevi bilgilerinin olduğu sayfaları. Tuhaftı bu yazarın hiçbir kitabında bir “çevirmen” adı yazmamaktaydı. Yaptığım küçük çaplı araştırma da öğrendiğim şey beni şimdi oturduğum bu banka adeta çiviledi. En sevdiğim türe ait, benim için üç büyük yazardan biri olan bu yabancı sandığım yazar aslında bir Türk’tü.

Evet şaka değil elimdeki İngiltere dönemine ait bu roman bir Türk yazar tarafından yazılmıştı. Türk ya Türk! Yaklaşık on yıldır “Historical” okuyan ve beş yıldır da köşe bucak saklanarak yazdığım bu türdeki idolüm benim kendi milletimdendi.
Onunla tanışmak için deli gibi bir istek duyuyordum. Acaba beni tersler miydi? Niye terslesin ki belki de bir “Merhaba” derdi. Ah gerçekten der miydi? Bir hafta boyunca her akşam kurabildiğim en özenli cümleler ile onun sosyal medya da açmış olduğu hesabına sayısız mesajlar yazdım ve her defasında yazdıklarımı silip çıktım. Birçok forum sitesinde utana sıkıla bir şeyler paylaşmıştım ama bir yazara yazmak işte bu akıl almazdı. Hem zaten belki de bu kendisinin kullandığı bir hesapta değildi.
Ve 2013’ün sert geçen bir Kasım akşamında tüm cesaretimi toplayarak ona yazdım ve mesajın gönder tuşuna sertçe bastım.
“Ne olacaksa olsun ya!”
Bir saniye sonra oturduğum sandalyeyi düşürecek hızla ayağa kalktım. Odanın içinde deli gibi dolanıyordum. “Ne yaptın ya aptal mısın sen kızım? Niye yazdım ya?” Hızımı alamayarak odadan dışarı çıktım ve mutfağa giderek mevsime pek uymasa da buz gibi suyu bir bardağa boşalttım. Titreyen elim de taşıdığım bardakla odama girip kapıyı arkamdan kilitledim. Çalışma masasına doğru ilerlerken heyecanla soğuk bir yudumu da ağzıma götürdüm. Götürmemle masadaki bilgisayar ekranında yazılı cevabı görmem aynı anda oldu. Ağzımdaki bütün suyu karşımdaki ekrana ve kısmen arkasındaki duvara boca ettiğimi umursamadan az önce kalktığım yere oturup ıslak ekranı kolumla silmeye giriştim.

-Merhaba, öncelikle size cevap vermeyeceğimi neden düşündünüz, ben bütün okuyucularımla sohbet ederim-

“Bana dedi, bana okuyucu dedi. Bana cevap verdi.” Küçük ama içten bir çığlık koyuverip kapıya kaçamak bir bakış attım. “Ay aklıma bir şey gelmiyor ne yazsam ne desem, tuvalet, tuvalete gitmem lazım sanırım bağırsaklarım bozuldu.”

Yazdığı o cevap ardından gelen yarım saattik bir sohbete dönüştü ve ben kolay kolay özellikle ismi çıkmış bir yazar tarafından yapılmayacak olan bir muamele ile karşı karşıyaydım. Kadın bana yapmam gerekeni ve geçmem gereken tüm yolları uzun uzun anlattı. Gerçek hayatta hevesimi kıran tüm insanlara inat bükülmüş belime sağlam bir destek oldu.
-Umutsuz olmak bir yazar için en yanlış kelime. Umut edin-
İşte yazdığı bu cümle benim o öküzün boynuzlarındaki değersiz gördüğüm tüm dünyamı bir gün de değiştirdi.
Gözlerimi kapatıp Pablo Neruda’nın en sevdiğim eserinin en sevdiğim bölümünü tekrarladım.
“Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar. Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar. Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: Yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.”
Ayağa kalkıp son mısrasını çıkarabildiğim en yüksek sesle söyledim.

“Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına…”

*****
Dedemin o eski evinin yerinde şimdi yeni inşa edilmiş görkemli bir bina vardı. Sonunda bir yılı aşkın süre uzak kaldığım gözbebeğim Erenköy’e dönmüştüm. Bir yıldır o lüks deniz kenarındaki ev de günümü gün ederek yaşasam da insanın kendi mahallesi, çocukluğunun geçtiği o ezbere bildiği sokakları, iki muhabbet ettiği bakkalı, size her zaman taze meyveyi vereceğini bildiğiniz manavı gibisi var mı?
Oldukça çetin bir kışı geri de bıraktık. Hala beş kişiyiz ve hala birlikteyiz. Dedem ve anneanneme bu günleri gösterdiği için Allah’a her zaman şükrederim. İnsan yaşça büyük sevdikleriyle yaşadığında her gece ölüm korkusu ile yatıp her sabah nüfusun tam olmasına sadece şükredebilir. Eda hep der: “Senin deden cennetlik diye.” Bütün kalbimle inanırım buna. O benim kahramanım! Üç yaşında “Dede bitti” dediğimde tuvalete gelip arkamı silen, koskoca kadın olmama rağmen hala harçlık vermekte direten, beni ve Aydın’ı öz çocuklarından çok seven ve hala çocuklar gibi itişip kakıştığım yegâne insan.
Anneannem ise adı gibi bir “Melek”. Asla inkâr etmem annemden çok hakkı vardır üstümüzde. Çoğu akşam yemek yediği sofradan kalkıp bize o çok sevdiğimizi bildiği havuç ve biberlerden kızartır. Sonra da üstüne sarımsaklı yoğurdu bir boca eder. Ohoo! Yeme de yanında yat. Hiç kimse ama hiç kimse zeytinyağlı dolmayı Melek Hanım gibi yapamaz. Bir de asla onun gibi sarılamaz. İnsanı içine soka soka sever benim anneannem. Sarılınca sevgisini içinizdeki en dar ve dipsiz köşelere kadar boca eder.
Şimdi bu günler de herkesin yüzünde güller açıyor. Herkes yeni evimizi çok beğendi hatta dedem bile! Her şeye bir şey bulan huysuz ihtiyar ne binaya ne de dairenin içine tek bir kulp bile bulmadı. Hepimizin ayrı bir odası var. Çocukluğumdan beri önce Aydın sonra annemle aynı odayı paylaşan ben “Benim Odam” denilen bir sözcük terimi öğrendim.
“Kızım anahtarlar nerede?”
“Benim odam da anne.”
Bu aralar akşamları Benim Odam’da yeni hikâyeler yazıyorum. Bu benim ikinci hayatım. Gündüzleri modern köle geceleri ise kendi kendimin efendisiyim artık. Biraz yorucu oluyor kısmen daha az uyuyorum ama sabahları tadını yeni yeni öğrendiğim bir huzurla uyanıyorum.
Artık yapmak istediğim şeyi içimden geldiği gibi yapıyorum ve bunu sevgiyle yapıyorum. Bu yılın bana tek olumsuz getirisi ise bedenime oldu. Atladığım mertebe ile içine girdiğim yoğun iş temposu bana altı ayda tam on iki kilo getirdi. Evet sakin olun “on iki” dedim. Hala büyük çanta kullanmaya devam ediyorum bu arada. Tek farkla; bu sefer gizlemeye çalıştığım incecik belim değil göbeğim. Evet ne sıkıcı değil mi? Zaten çoğu insanın baktığı gözle; bizler de sadece sıkıcı muhasebecilerden ibaretiz. Şimdilerde daha şık dursun diye bir de bizlere mali müşavir diyorlar. Bizim tek işimiz hesap kitap! Çoğu zaman sadece bu iki kelimeden ibaret ucuz ve esir hayatlarımız.
Hep fazladan zaman gerekir bize; hayallerimizi ötelemek için biraz daha yedek zaman, tuzlu fedakârlıklar gelir önümüze gümüş bir tepsi de ve asla değerimizi anlamayacak bir yüz ile ve en önemlisi ateşli bir sabır gerekirdi bize o yedek zaman hiç gelmediğinde ve o yüz artık beş para etmediğinde büyük bir isyan çıkmadan kalbimizi sustursun diye…
Ben bugün ilk kez tüm esir alınan hayatlara inat hesabı kitabı bir köşeye bıraktım. Bir yola çıkacaksam önce kendimle başlamalıydım. Kulaklarımı tıkadım ve bu “kitapsız” hikâyeyi hiç düşünmeden “hesapsızca” yazdım!
Açtım saçlarımı, çıkardım sıkan ayakkabıları ve savurdum kimseye anlatmadığım sırlarımı.
Tutabilene aşk, anlayana yoldaş olsun diye…
Ve anlayanlardan biri -adı ben de saklı yazar- aylar sonra o günkü umutsuz kız olduğumu bilmeden bana övgü dolu bir mesaj yazdığında ben de anlamıştım.
Benim için mutlak başarı tam olarak başlamıştı!

*****
-Üç ay sonra 08.08.2014-

Doğum günü kutlamaları sebebiyle geç girdiğim evin kapısına anahtarı usulca sokup kilidi oldukça yavaş bir hareketle çevirdim. Kilit döndükten sonra açtığım kapıdan süzülen loş karanlık evdeki herkesin yatmış olduğunun habercisiydi.
“Şükür! Herkes uyumuş.” Ayakkabılarımı alıp portmantonun önüne sessizce bıraktım. Koridorun ilerisindeki benim odamdan gelen ses bana hala birilerinin ayakta olduğunu hatırlattı. Tabi ya Kuzey! O inatçı, ben gelmeden asla uyumazdı ki(?)
Karanlık koridorda ışık yakmaya gerek duymadan parmak uçlarım da ilerlemeye devam ettim. Odamın kapısını açtığımda gördüğüm manzara klasikti. Uyumamıştı ve beni bekliyordu.

Kuzey evet onun Adı Kuzey!
O benim tanıdığım en muhteşem erkek, özellikle şu günler de benim gibi otuz yaşına yaklaşmış bir kadın için belki de bulunmaz bir nimet.
Birlikte yediğimiz her yemeğin tadını daha iyi alabilen bir gurme gibiyim. Başını hafifçe bir yana eğip gözlerimin içine baktığında ise tüm günü değişen bir deli. Sürekli ama sürekli ondan haber almak istiyorum. Şimdi düşünüyorum da hayatımdaki tüm erkekleri toplayıp ikiyle çarpsam bile onunla boy ölçüşmeleri mümkün değil. Bir kere bu literatüre aykırı…
Onu seviyorum. Onu daha önce hiç kimseyi sevmediğim bir duygu ile seviyorum. Bu duygunun ben de doğması ve gün geçtikçe bu kadar güçlenmesi çok tuhaf, sanırım kendimi de tanımaya yeni başlıyorum. Dürüst olmak gerekirse adı gibi biraz sert ve asi olsa da sağlam karakterli ama en önemlisi soyunda bulunmayacak kadar merhametli. Herkes ilk başlarda onunla birlikte yaşamama şiddetle karşı çıkmıştı, olmaz Aslıhan yapamazsın diyenlerin içinde başı çeken özellikle de annem. Şu günlerde ise kızının ne kadar mutlu olduğunun o bile farkında.
Annem hep her “Akılsız başın cezasını ayaklar çeker.” diye.
Bu konuda içim her zaman rahat; bana düşecek cezayı fazlasıyla taşıyacak kocaman ayaklarım bir de geçmişte tanıdığım tüm erkekleri temize çekecek bir aşkım var artık.
Kuzey geniş yatakta halinden memnun yatarken ona doğru hafifçe gülümsedim. Çantamı usulca yatağa bırakıp odanın büyük kitaplığın olduğu tarafına doğru ilerledim. Çalışma masasının üzerindeki lambayı açıp köşeme keyifle kuruldum. Bilgisayarı açıp sandalyenin rahat arkalığına sırtımı yaslandım. Yataktan gelen hareketlenmeye gözüm takıldı.
“Sanırım bu hikâye bitti değil mi Kuzey Yılmaz?
“Miyav Miyav!”

Pardon tanıştırmadım değil mi? Onun Adı Kuzey!
O benim hayatım da tanıdığım en sadık erkek! Özellikle de işi şansa bırakmayıp kısırlaştırdıktan sonra…
Şimdilerde Kuzey ve ben ayrılmaz ikiliyiz. Biz aynı zamanda kurduğumuz Bekârlar Kulübü’nün de birer üyesiyiz. İşte şimdi kulaklarını dikmiş bana öyle bir bakıyor ki hemen anlıyorum.
-Bırak da şu işi gel artık yatağa-
Elimle bir saniye dercesine bu asil beyefendiden izin istiyorum.

Şimdi dikkat dikkat! Hikâyemiz tam olarak şu nokta da sona erdi. Develer tellal idi, bu gün ki pazar alışverişi bitti, çürükler ayıklandı gitti geriye kalan sağlamlar ise yeniden ayağa dikildi.
Otuz yıllık bu hikâye de o kadar macera yaşandı, bir o kadar aşk ve alabildiğine hüzün ama hiç kimse bu yükü taşıyan ayakları sorgulamadı. Sahi hikâyeye adını veren bu koca ayaklar kaç numaraydı?
Çiçeği burnun da yazar klavyeye uzanıp iki rakamlı bir sayı yazıyor ve siliyor tekrar yazıyor ve yine siliyor. Sonra gecenin karanlığında içten bir kahkaha bir atıp eliyle ağzını kapatıyor ve o tarzı olan cümleyi bir kere de yazıyor. “Asla öğrenemeyeceksiniz!”

Tarih tam olarak 09.08.2014 00.00 gösteriyor…

“SON”

<SONSÖZ>
Nuray: Sonunda dediğini yaptı ve evlendi ve bir erkek çocuk annesi. Aslıhan’la çıktığı o Antalya tatilini hala unutamadı.

Ayşegül: Üniversite grubunun en sessiz kızı. Evlendi. Bir kız bebeği sahibi. Eşiyle birlikte mizaçlarına uygun sessiz bir yaşam sürüyorlar.

Eren: Üniversite grubunun en güzel kızı. Evlendi. Kız çocuktan sonra şimdi de erkek bebek sahibi. Yakında bir pasta dükkânı açmaya hazırlanıyor.

Nurhayat: Evlendi. Erkek evlat sahibi ve çok mutlu…

Can: Aslıhan’ın ilkokul aşkı olan bu beyefendi hala Erenköy’de ikamet ediyor. Detayları henüz öğrenemedik.

Sercan: Boşanmış ve belli ki büyük acılarla sınanmış bir adam, şimdilerde yalnız yaşıyor.

Nilay: Lise’de âşık olduğu çocukla evlendi. Dördüncü ya da beşinci çocuğuna hamile. Artık biz de sayamıyoruz.

Nurdan: Hala bekar, akrabası olan çocuğu hiç unutmadı.

Ergül: Evli, bir kız bebek annesi, eşiyle birlikte mutlu bir hayat sürüyorlar.

Meliha Hanım: Ölüm sebebi hala tam olarak bilinemese de arada bir mezarı Küçük Hercule Poirot’u tarafından çiçeklerle süsleniyor.

Mert: Boşanmış, hala aynı gece kulübünde DJ’lik yapmaya devam ediyor.

Zeynep: Evli, bir kız çocuk sahibi. Yıllardır devam eden bir azimle Eren, Ayşegül ve Aslıhan’la tekrar arkadaş olmak için çabalıyor.
Erdi: Nişanlı

Taner: O artık profesyonel bir fotoğrafçı. Ne yazık ki çalışmalarından çok sevgilileri ile verdiği pozları paylaşıyor.

Berfin: Erenköy’den annesi ile birlikte taşındılar. Artık Vural ile birlikte değil.

Uygar: Sonunda yaptığı saçmalıklarla ailesini kendisini yurt dışına göndermeleri için ikna etti. Yurt dışında yaşıyor.

Harun: Aslıhan’dan sonra ikinci kez nişan attığı alınan duyumlar arasında ve şuan da nişanlı.

Semih Bey: Aslıhan’ın şok şaşırtıcı bir durum ki hala patronu. Şimdilik…

Haldun Bey: Aslıhan’ın bir diğer patronu. Şimdilik…

Aslıhan’ın Babası: İkinci kez boşandı ve ailesini terk etti. Nerede olduğu bilinmiyor. Terk ettiğinde kızının Aslıhan ile aynı yaşta olması gerçekten çok acı.

Gürkan: Eda’nın tek aşkı. Evlendi bir erkek çocuk sahibi.

Eda: Bekârlar kulübünün yönetim kurulu başkan yardımcısı ve Aslıhan’ın hala tek Kanka’sı. Artık gerçek aşka inanmıyor.

Gülten Teyze: Eşinden boşandı. Eda ve oğluyla birlikte ayrı yaşıyor.

Turan Amca: İlk eşinden boşandıktan sonra ikinci evliliğini yaptı. Bir erkek çocuğu daha oldu. İlk evliğinden olan Eda ve kardeşi ile artık eskisi kadar ilgilenmiyor.

Sibel: Aslıhan’ın Teyzesi. İki çocuğu ile aynı evde yaşamaya devam ediyor. Bayramların vazgeçilmez yüzü. Son bir yılda “iyi misin?”, “internet şifreniz nedir?” gibi birkaç diyalog geliştirmeyi başardılar.

Kuzey Yılmaz: Bekârlar kulübü üyesi. O bekâr olmayı aslında hiç seçmemişti! Bir gece ansızın geldiler ve kökünden kestiler. Şimdilerde yiyip içip gün boyu güneşte yatmaya ve kitaplık tepelerinde kelebek avlamaya devam ediyor. Annesinin bebeği, teyzesi Eda’nın gülü. Yılmaz ailesinin maskotu.

Aydın: Askerliğini yeni yapıp gelen Yılmaz ailesinin en genç üyesi şimdilerde büyük bir firmada çalışıyor. Kuzey Yılmaz ile haşin bir ilişkileri var.

Güzin: Gençliğinde yaptığı evlilik sonrasında bir daha hiç evlenmedi. Çocukları Aslıhan, Aydın ve anne babası ile birlikte Erenköy’de yaşamaya devam ediyor.

Melek Hanım: (Aslıhan’ın Anneannesi): Hala mükemmel yemek yapıyor ve hala mıncıklamadan sevemiyor. Bir de çıkmadık candan ümit kesilmez misali tek kız torunu Aslıhan’a umut besliyor.

Ahmet Bey (Aslıhan’ın Dedesi): Seksen yaşını deviren genç delikanlı eşi, kızı ve torunları ile birlikte yaşamaya devam ediyor.

Ve Aslıhan Yılmaz: Bekârlar kulübünün yönetim kurulu başkanı, otuz yaşında, muhasebeci olarak çalışmaya devam ediyor ama bir farkla o artık bir yazar…

TEŞEKKÜR…
Beni tanıyan herkesin mutabık kaldığı tek bir konu vardı. “Yazsan roman olacak bir hayatın var Aslıhan.”
Öncelikle bir hikâye olarak başlayan ve 356 sayfa ile artık bir roman sayılan bu otobiyografiyi yazmama vesile olan naçizane hayat verebildiğim tüm karakterlere,
Bana bu hikâyeyi insanlara ulaştırmamı sağlayan, gözümü gönlümü açan ilham perime,
Her zaman yanımda olup benden desteklerini hiç esirgemeyen anneme, kardeşim Aydın'a ve tek dostum Eda’ya,
Sosyal medya üzerinden yayımladığım bu hikâye de artık sadece “okur” olarak görmediğim ve isimlerini ezbere bildiğim o özel insanlara,
İsimlerini bilmediğim diğer okuyucularıma,
Fazla mesai vererek bu süreci zorlaştıran sevgili patronlarıma,
Ve son olarak bugün bu yaşıma gelmemi sağlayan iki meleğe -Sevgili Dedem ve Anneanneme- teşekkürü bir borç bilirim…

Aslıhan YILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder