20 Ağustos 2014 Çarşamba
Aşk Çarpar Gönül Kayar 5.Bölüm
John oturduğu koltukta arkasına iyice yaslanıp karşısındaki bar da dikilerek elindeki şarap şişesini inceleyen kadına bir süre daha dikkatle baktı. Ne yapıyordu bu kaçık? Şarabın üretim bilgilerini mi ezberlemeye çalışıyordu? Sonunda kadının açmayı başardığı şişeyi bir kadehe doldurmasını da aynı dikkatle -gözünü kırpmadan- izledi. Karanlıklar prensesi kadehi dudaklarına götürüp büyük bir yudum aldıktan sonra bedenini geriye doğru hafifçe esnetti. John onun gözlerini göremese de kapalı olduklarına kesinlikle emindi ve başını geriye atmış bir halde varlığından habersiz karanlığın ortasında dikilmeye devam etmekteydi. Bakışlarını kadının yüzünden küçük omuzlarına dökülen ve oradan da kalçalarına kadar uzanan saçların da gezdirdi. Kızıl saçları gecenin karanlığında bile alev alev parlıyordu. Şöyle bir düşünecek olursa; o kesinlikle sarışınları severdi, geçmişteki bir düzine sarışın sevgili bunun en açık kanıtıydı ki, bazen de çekici bulduğu nadir esmerleri beğenirdi. İlgisi tekrar karşısındaki saçlara yöneldiğinde genç adam “Bir kızıl ne kadar çekici olabilir ki!” diye düşünmeden edemedi. Tanrım insan böyle bir kadınla birlikte olmak yerine bir gece lambası satın almalıydı, ne de olsa ikisi de karanlıkta aynı ölçü de ışık saçardı. John insanı türlü gölge oyunlarına sevk eden gece lambalarından her daim nefret ederdi. Aklına burada bulunmasının sebebi geldiğinde elleriyle koltuğun ahşap kollarını kıracak ölçü de sıkmakta olduğunun farkına vardı. Tüm gece lambalarının canı cehennemeydi! Kaskatı kesilmiş çenesinden başarabildiği en sakin ses tonu ile alaycı ve hedefi vuran o cümleyi çıkarmayı başardı.
“Bana da bir kadeh doldurur musun hayatım?”
Tatlı bir hayalin en güzel yerinde olan Emily işittiği bu beklenmedik sesle bir anda olduğu yer de sıçradı. John tam olarak göremese de ürkmüş bir kediden farksız duran kadının saçlarının da hafifçe kabardığını fark etmişti ve devrilen kadehin sesini duyduğu an koltuğunun yanındaki -kadın işiyle süslenmiş- saçma abajurun ışığını açtı.
Öfkesine rağmen gördüğü manzara karşısında içinden gelen gülme istediğini güçlükle bastırdı. Romantizm kraliçesi mermerden bir heykel gibi karşısında kaskatı kesilmişti. Tahmin ettiği gibi korkudan tüm tüyleri diken diken, sabah kendisine hakaretler saydıran o dili ise yok olmuştu. Kadının sonuna kadar açılmış gözleri ise korkunun çeşitli tonlarına bürünmüştü. John ayağa kalkarken -bence de korkmalısın- diye kafasından geçirdi ve kurbanına doğru yavaş adımlarla ilerlerken zoraki bir şekilde gülümsemeyi becerdi. “Ne de olsa gece uzun olacak.”
Emily gözü dönmüş adam kendisine doğru yaklaşırken attığı her adım da yüzünde çoğalan o buz gibi gülüşü görmüştü. Hızla yayılan bir panik dalgası bedenini kaplarken zorlukla yutkundu. Beni öldürecek! Beni kesinlikle öldürecek! Şuan da sadece sonuç odaklı çalışabilen kafasından geçen tek düşünce bu olmuştu. Sözde federal soğukkanlı bir edayla tam önünde durduğunda Emily kalbinin artık atmadığını hissetti. Otuz saniye de o kadar şiddetlenmişti ki sanki hunharca en son dereceye getirilmiş ve bu yüzden ısınmış bir ev aletinin motoru gibiydi kalbi. Beceriksiz kullanıcısının elinde bozulan bir ev aleti. Kalbinin taze yanık kokusu burnuna kadar gelmişti. Adam ona doğru kolunu uzattığında genç kadın başını sol yanına çevirip gözlerini yumdu. John gözlerini karşısındaki kadından ayırmadan usulca başını çevirdiği tarafta duran şarap şişesine uzandı.
Emily çaktırmadan bir gözünü açıp adamın tezgâhtan aldığı ve şimdi elinde çevirdiği şişeyi gördüğünde “Önce kafamı kıracak” diye düşündü. Beni o şarap şişesiyle bayıltacak sonra da öldürüp kaseti alacak. Bakışları adamın çıplak eline kaydığında alayla düşünmeye devam etti. Ama aptal bir federal olmalı ki eldiven bile takmamış. Mutlaka bir iz bırakacak. Onu kısa süre de bulup asacaklar ve muhtemelen cehennem de onun için tahsis edilmiş dairesine düşündüğünden çok daha önce postalayacaklar. Kes şunu Emily! Kes. Sadece düşün, buradan kurtulmanın bir yolunu düşün. Daha önce yaptığın gibi bir kez daha bu adamı atlatmanın bir yolunu düşün!
John elindeki şişenin mantarını sertçe çekip çıkartırken, Emily ne tarafa doğru harekete geçmesi gerektiğine karar vermek için karanlıkta hızlıca etrafına göz atmaya çabaladı. Sağ tarafa doğru koşarsa üst kata giden merdivenlere çıkabilirdi. Ama üst katta bu goril karşısında pek de şansı olmazdı. Muhtemelen adam yatak odasının kapısını bir, içerideki banyonun kapısını ise ikinci saniye de kırardı. Yani kati ölümünü sadece üç saniye ertelemiş üstelik hazin sonu da o en sevdiği küvette boğularak ölmek olurdu. Fakat sol tarafa – dairenin girişine- doğru kaçarsa belki bir şansı olabilirdi. Adam şişeyi beyefendiliğe yakışmayacak bir kabalıkla dudaklarına götürürken Emily kafasındaki planı uygulamak için adamın bu en zayıf anını değerlendirmek istedi. Ani bir refleksle arkasındaki tezgâhtan destek alarak güçlü bir adım attı. İkici ve üçüncü adımına ise hava da devam ettikten sonra beline yapışan bir kol onu kaldırıp gerisin geriye barın tezgâhına yapıştırıp ardından kıskacına aldı. Başını kaldırdığında onun kendisine pis pis sırıtarak bakan yüzünü hapsolduğu alan sebebiyle şimdi daha da yakından görür olmuştu. Adam her gün bir kadının evine girip şarabına ortak olan bir ahlaksızın rahatlığıyla onu tutmaya devam ederken şişeyi kafasına dikmiş sesli ve iri yudumlar almaya devam ediyordu. Emily öfkesine hâkim olamayarak adamın bir mesafe ötedeki yüzüne haykırdı. “Boğazında kalsın.” İstifini bozmayan ahtapot kollu haydut şişeyi neredeyse yarıladıktan sonra derin bir nefes aldı. “Oh! Kalmadı işte.”
Bu rahat tavır karşısında genç kadın şaşkınlıkla açılan ağzını sinirle kapatıp yapacaklarını anlatmaya girişti. “On saniye içinde dairemden çıkıp gitmezseniz tüm ulusal güvenliğe haber vereceğim. Özellikle de tüm federal birimlere.” Konuşurken bir yandan da adamın belini sıkan kolunu gevşetmeye çabaladı, fakat bir vinç kadar ağır kolunu oynatmak bir yana söylediği söz adamı daha da öfkelendirmişe benziyordu ki elindeki şişeyi gürültüyle tezgâha bırakıp üzerine doğru eğilmeye başlamıştı. Adam yüzüne yaklaştıkça Emily bedeninin üst kısmını geriye doğru eğmeye devam etti. Arkasındaki tezgâha başını çarptığında ise kaçabileceği son nokta da olduğunu anlamıştı. John genç kadına kendinden emin bir bakış atarak asıl hedefi olan kulağına doğru yol aldı. Eğilip fısıltıyla konuştuğunda genç kadın gözlerini çoktan kapatmıştı.
“Bu kafayla senin görüp göreceğin son federal ben olacağım.” Emily gözlerini hızla açıp gömüldüğü saçlarının içinden çıkan ve yanağına belli belirsiz değdiğini hissettiği o sakalların sahip olduğu yüze baktı. Adamın şimdi bir girdap gibi içine çeken öfkeli gözlerine verilebilecek en saçma soruyla karşılık verdi. “Son derken?”
John, bu aptal sorunun ardından kadının üzerine verdiği ağırlığını çekip onu yapıştığı bar tezgâhından kopardı. Emily onu tam da istediği gibi yumruklamaya başlamıştı ki bileklerini tutan o kaba eller onu salonun karşı tarafındaki geniş koltuğa fırlatırcasına attı.
Emily gözyaşlarını bastırıp koltuğun yastıklarını öfkeyle yumruklarken tüm gücüyle bağırdı. “Seni züppe! Sen benim kim olduğumu biliyor musun ha? Ben Emily Hebert’im. Kovduracağım seni. Duydun mu beni? İşin bitti senin.”
John kadının savurduğu tehditleri duysa da zerre umurunda olmadı. O, bu sırada salonun lanet olası ışıklarını aramakla meşguldü. Bulduğunda ise tavanın ortasındaki büyük ahize karanlığı saniyesinde yuttu. Arkasını dönüp ilerlerken kadının koltukta kendisine saldırmaya hazır görüntüsüne aldırmadan yakınlarındaki bir sandalyeyi çekip karşısına oturdu ve kendi kendine sakin olmaya söz vererek özenle konuştu.
“Şimdi Bayan Hebert. Size bazı sorular soracağım ve bana istediğim cevapları verirseniz bu harika dairenizden hemen çıkıp gidecek, sizi şarabınız ve romantik akşamınızla baş başa bırakacağım.”
Emily başıyla giriş de yer de duran çantasını işaret etti. “Kaset yer de, çantamın içinde. Alın ve hemen gidin evimden.”
“Kasetin canı cehenneme! Bana cevap verin Ray Allen’i nereden tanıyorsunuz?”
Emily tekrar yanında dizili duran yastıkları yumrukladı. “Avukatımı istiyorum.”
“Bir kez daha soruyorum Bayan Hebert, Ray Allen ile nereden tanışıyorsunuz?”
Emily yanındaki bir yastığı çekip hızla adamın yüzüne fırlattı.
“Cehennemden. Oldu mu?”
John yüzüne yemek üzere olduğu yastığı son anda kolu ile savuşturdu. Sakin olmaya dair verdiği sözü beş saniye de bozdurabilen tek insan türüne öfkeyle baktı. Kadın değil baş belası!
“Anlaşıldı sizinle kibarca bir iletişim kuramayacağız.” Ardından tüm heybeti ile ayağa kalktı ve kadına doğru keskin bir hamle yaptı.
“Ne yapıyorsun? Sakın bana dokunma seni ahlaksız federal bozuntusu. Bırak kolumu pislik herif bırak.”
“Çırpınmanız faydasız Bayan, bu sadece canınızı daha da acıtacak.”
Emily adamın pantolonuna uzandığını gördüğünde dehşetle inledi. “Bana dokunursan seni öldürürüm. Yapacağım son şey olsa bile seni öldürürüm.”
John cebinden çıkardığı kelepçeyi kadının sol bileğine ustalıkla taktı. “Size dokunmak aklımdan bile geçmedi Bayan Hebert uslu durun.” Ne yazık ki aynı şey diğer bileği için söz konusu değildi. Kadın kurnazca kendini koltuğa atıp sağ kolunu çoktan arkasına saklamıştı. John yatar pozisyondaki haliyle gardını aldığını sanan kadına tepesinden bakarak derin bir nefes aldı. “Hemen kalkıp şu kelepçeyi takın.”
“Yardım edin imdat!!! Bana zorla sahip olmaya çalışıyor. İmdat!!!” Bu son çığlık geldiğinde Ajan Parker kendini daha fazla tutamadı, kendisini bir sapık gibi hissettiren bu kadının kendisine vurmaya devam ettiği kelepçeli elini tek hamlede göğsünde yakaladı ve o yılandilinin yuvası olan ağzını eliyle kapattı.
“Bana bak. Yüzüme bak.” Emily bir süre altında çırpınmaya devam edip sonunda çaresizce yüzüne baktığında usulca ekledi. “Size zarar vermeyeceğim ve asla dokunmayacağım. Ben sadece işimi yapmak istiyorum. Anlaştık mı?” Emily bir süre sonra belli belirsiz başını salladığında John elini genç kadının ağzından yavaşça çekti. “Biraz zor oldu ama artık birbirimizi anladığımıza gerçekten sevindim.” Nefesini düzenlemeye çalışan kadının yüzüne aşağılayan bir ifade ile güldü. “Üstelik Bayan Hebert siz hiç tipim değilsiniz.”
Gülüşü bir saniye sonra bacak arasına yediği hiç beklenmedik ve kuvvetli bir tekme ile yüzünde dondu. Kasıklarını tutarken sadece “Lanet olsun” diyebildi. Emily arkasına gizlediği elini çıkarıp şimdi serbest kalan diğer eliyle de birlikte adamı tüm gücüyle gerisin geri koltuğun diğer tarafına itti. O koltuğa doğru düştüğü sırada genç kadın hırsını alamayıp son olarak dizine de şiddetli bir tekme geçirdi. John yaralı dizine yediği bu tekme ile adeta uludu!
<><><><><><>
Genç kadın tek elinde sallanan kelepçe daire kapısından çıkarak asansörlere yöneldi. İkisinin de katta olmadığını gördüğünde ise hiç şaşırmadı. Koskoca “One57” binasına sadece iki asansör yapan mimara sevgilerini sunup çaresizce merdivenlere yöneldi.
“Ne diye 73. Katta bir daire satın aldım ki! Aptal Emily. Aptal. Aptal!” Genç kadın indiği her katta yukarı bakarak peşinden gelen olup olmadığını kontrol edip ilerlemeye devam etti. Dairenin kapısından çıkarken son kez arkasını dönüp baktığında adamın hala koltukta yattığını görmüş fakat geri dönüp salonun girişin de yerdeki çantasını almaya da cesaret edememişti. Daha 50.kata gelebildiğinde ise Emily nefesinin kesildiğini hissetti. Korkuluklara dayanarak kattaki son merdivene bedenini yavaşça bıraktı. Biraz olsun soluklanmaya ihtiyacı vardı. Ne telefonunu ne de arabasının anahtarını almıştı. Harika! Şuan da sahip olduğu tek şey sol kolundan sallanan şu aptal kelepçeydi.
Bir dakika sonra çaresizce doğrularak asansörlere yöneldi. Vakit kaybetmemeliydi her geçen saniye kendi aleyhineydi. Yukarıdan gelecek olanın aksine aklını kullanarak giriş kattaki asansörü çağırdı. Beklerken yakın gelecekteki planlarının içine en kısa zaman da yeni bir komşu edinme işini ekledi. Zor zamanlar da dairesine sığınabileceği bir komşu şimdi gözüne oldukça cazip bir fikir gibi görünmüştü. Merdivenlere son kez göz atıp kata gelen asansöre kendini attı ve giriş katın düğmesine son gücüyle bastı.
Asansör dört dakika içinde elli katı hızla geçip giriş kata ulaştığında genç kadın derin bir nefes verdi. One57 binasının güvenlik birimi giriş katta bulunmaktaydı ve altı tane güvenlik görevlisi barındıran bu birim binanın iki girişini de kontrol altında tutmaktaydı.
Genç kadın girişteki güvenlik kabinine doğru ilerleyerek kameraları takip eden üniformalı adama seslendi.
“Şey affedersiniz Bayy?” Emily adamın yakasındaki isime göz ucuyla baktı. “Bay Cabe. Bana yardımcı olun lütfen. Dairem de bir adam var. Bana saldırdı. Onu nasıl içeri aldığınızı bilmiyorum ama hemen en yakın güvenlik birimini buraya yığın. Çabuk olun lütfen.” Asansör ve merdivenlerin olduğu tarafa bakan genç kadın önünü döndüğünde kılını bile kıpırdatmayan görevliye hayretle baktı. Kafasındaki şapka kısmen yüzüne düşmüş ve oscarlık bir film izleyen seyirci edasında kameralara gömülmüştü.
Emily cama sertçe vurarak görevini savsaklayan adamı azarladı. “Size söylüyorum Bay Cabe. Sağır mısınız?”
“Hayır efendim” Adam cevap vermenin yanı sıra ayağa kalktığında Emily onun ilgisini çekebildiği için bu kez memnun olmuştu.
“Buradan yaralı ve hayvana benzer birisi geçmedi değil mi?”
“Hayır efendim”
“Güzel. O halde yapmanız gerekeni yapın. Hemen yetkilileri arayın.” Emily elini saçlarından geçirdiğinde biraz olsun alışmaya başladığı kelepçeyi yeniden fark etti.
“Bir de Bay Cabe. Şunu açabilecek bir şey var mı?” Elini kaldırarak kelepçeyi adama doğru salladı. “Şu düştüğüm hale bak. O deli ajan bozuntusu neredeyse beni -Emily Hebert’i- resmen kelepçeleyecekti.”
Bay Cabe güvenlik kabininden çıkarak kadının yanına geldi. Emily işini görmesi için kolunu adama uzattı ve bir saniye sonra “click” sesini duyduğunda huzurla artık serbest kalan kolunu kendi tarafına çekti. Fakat kolu gelmedi…
Genç kadın dönüp baktığında sol koluna takılı olan kelepçe hala yerinde durduğu gibi şimdi bir de boş olan diğer tarafında da büyük ve iri bir el hapsolmuştu. Korkuyla canı yanma pahasına elini kurtarmaya girişti. Bileği acıdığı gibi yaptıkları hiçbir işe yaramıyordu. Kelepçenin diğer bölümüne takılı elin sahibini yerinden bile kıpırdatamamıştı. Emily bir kez daha kolunu kurtarmaya giriştiğinde ise Bay Cabe tek bir hamle de kadını kendisine çekti.
Emily başını kaldırıp korkuyla tepesindeki yüze baktığında adam şapkasının altından gülümsemekteydi. Genç kadın sadece “Sen...” diyebildi. Sonrasında adam kelepçe ile yetinmeyip elini de sıkıca tuttuğu genç kadını kapıya doğru sürükledi.
Binanın dışına çıktıklarında ise kafasındaki şapkayı havaya savurup yanında saldırmaya hazır duran kadına göz kırpmayı da ihmal etmedi.
“Bütün bu öfken tipim olmadığın için değil mi?”
Etiketler:
aşk,
dükümsü romanlar,
edebiyat,
emily,
hayat,
john,
katil,
kitap,
komedi,
macera,
otobiyografi,
öykü,
romantik komedi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder