16 Aralık 2014 Salı
Aşk Çarpar Gönül Kayar 13.Bölüm
Malikânenin giriş katının kuzey doğu kanadında yer alan çalışma odası zayıf bir ışıkla aydınlatılmıştı. Büyük pencereleri sıkı sıkı örten kalın perdeler gün ışığının içeri dolmasını engelliyordu. Dylan Hebert Edmonton’a inmediği sakin geçen sabahlarda yaptığı gibi bu sabahta toprak üzerine yürüttüğü çeşitli araştırmalarına gömülmüştü. Kapı çalınıp karısı içeri girdiğinde koltuğunda yavaşça doğruldu. Her zamanki gibi telaşı Bayan Hebert’dan önce içeriye süzülmeyi başarmıştı.
Elindeki telefonla salınarak kocasının karşındaki ahşap sandalyeye oturdu. Çalışma odasını geçen sene yemek odası ile birlikte yenilemişlerdi ki bunu Bayan Hebert sıkı bir pazarlık sonucunda uygun bir maliyetle yaptırmayı başarmıştı.
“Hayatım, Emily’e bir türlü ulaşamıyorum. Umarım yolculuklarında bir aksilik çıkmamıştır.”
Gözlüklerini çıkarıp çalışma masasında açık duran arazi planının üzerine bıraktı ve karşısında parıldayan menekşe rengi gözlere sahip güzel yüze baktı. Bu yüze otuz yıldır âşıktı. “Endişelenme. Uçakta olmalıdır, aktarma ile geleceğini sen söylemiştin.”
“Ah! Biliyorum. Ben sadece biraz heyecanlıyım biliyorsun Dylan, bu sene Emily yalnız gelmeyecek ve bu ailemiz için özel bir sezon olacak. Kızımız evleniyor.”
Adamın iri vücudu ister istemez gerildi. Günlerdir bu düşünce ile savaşıp duruyordu. Küçük kızının her zaman –olması gerektiği gibi- Kanadalı biriyle evlenmesini hayal etmişti. Zengin bir toprak sahibi ya da sadece Alberta yerlilerinden birinin topraktan anlayan oğullarıyla. O öldükten sonra ailesine ve topraklarına sahip çıkacak gerçek bir soyluyla. Oysa şimdi kızları yanında Amerikalı serserinin tekini evlenmek üzere buraya getiriyordu. Adamın para ile ilgili işlerle insanlara akıl verdiğini ve bu konuda uzman olduğunu duymuştu. Yani kısacası dolandırıcı herifin tekiydi. Toprak kadar değerli bir şeyle uğraşmak varken insanların paralarının geleceği hakkında sahte bir endişe duymak sadece maddi çıkar peşinde olan tiplerin işiydi. O adamı bir kaç ay önce televizyonda kızının yanında gördüğü ilk anda gözü tutmamıştı. Eğer kendisine de serveti ile ilgili akıl vermeye kalkarsa kafasını bedeninden büyük bir zevkle koparacaktı. Birde şu son günlerde gazetelerde çıkan haber vardı ki; düşüncesi bile kanını donduruyordu.
Romantizm Kraliçesi’nin Federal Aşkı.
Kızı adamın bu işi boş zamanlarında yaptığını söylemişti. Karısının aksine o buna bir an bile inanmamıştı. Hiç kimse boş zamanlarına ajanlık yapmazdı. Eski bir dostundan aldığı yardımla duruma el atmış ve gereken açıklama önceki gün bizzat kızı tarafından basına yapılmıştı. Yine de o ajanın Emily’nin karşısına tesadüfen çıktığına inanmıyordu ve asla da inanmayacaktı.
İçinde tarif edemediği bir huzursuzluk tekrar baş gösterdi. Kızı bir federalle birlikte olmayı tercih etmeyecek kadar mantıklıydı ama ya ederse? İşte bu asla mümkün olmayacaktı.
Bir Amerikan ajanının ailesine sızmasına ve soyuna karışmasına Dylan Hebert asla müsaade etmeyecekti.
❁❁❁
Emily Boston Güvenlik Merkezi’nde kendisine gösterilen odada beklemeye sabırla devam ediyordu. Eğer odanın duvarları camdan olmasaydı masaların üzerinde delici aletler olup olmadığını rahatça araştırabilir ya da kendisini tavana asmak için çekmecelerde ip arayabilirdi. Kısacası kendine zarar vermek için bir şeyler yapabilirdi. Fakat karşıdaki bir diğer cam bölmeden bakan adam buna asla izin vermeyecek gibi görünüyordu. Aynı masada bulunan diğer iri yarı adamlarla yaptığı hararetli konuşmadan uygunsuz aralıklarla kopan bakışları kendisi ile kaçamak yapıyordu. Emily bu seferki buluşmada ellerini iki yana açarak avuç içlerini karşısındakinin görebileceği şekilde çevirdi.
Ne bakıyorsun? Hadi ama kaçmayı düşünmüyordu ki (?)
Zaten kaçmayı düşünse bile bildiği her şeyi anlatmıştı. Onu, karşısında duran o adamı sadece üç gündür tanıyordu ve bu üç günün neredeyse tamamında onunla olma şerefine erişmişti. Ne şeref ama! Ona daha birkaç saat önce hayatının itirafını etmiş; Tanrım sonra da onun omzunda dakikalarca ağlamıştı. Üçkâğıtçı gözyaşları buldukları ilk omuzda yelkenleri indirmiş ve onu aldatmıştı. Kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti fakat çaresizliğin yanında belki de bir hiç kalacağı şeylerde hissetmişti. Başını adamın göğsüne gömdüğü o sayılı dakikalarda dünyadaki bütün acıların birleşse bile ona erişmesi mümkün değilmiş gibiydi. Tuhaftı, sıcaktı, kendisinden başka birine güvenmeye alışık olmayan bir kadın için belki de en hazırlıksız tuzaktı.
Tuzağın sahibi adam yerinden kalkıp diğer gorilleri selamladıktan sonra koltuk altına sıkıştırdığı siyah bir dosya ile birlikte odadan çıktı. Koridora adımını attığı an genç kadında oturduğu sandalyeden fırladı ve kendi cam fanusundan dışarı çıktı.
“Ne oldu? Ne dediler? Sahiden ölmüş mü?”
John elini havaya kaldırarak onu susturdu. “İlk kural. Sakin oluyoruz.” Çıkışa doğru ilerledi.
“Sakin olmak mı? Bu şu anda başarabileceğim son şey. Hem o dosyada ne var?” Gölgesi olan genç kadın peşindeydi.
“Torres’lerle ilgili şeyler biraz da seninle.”
“Ne demek biraz da benimle?” Emily onun peşinden koştururken soru sormakta zorlanıyordu. John Manhattan’daki devasa Federal Plaza’nın minyatürü sayılan bu yerden yirmi adımda dışarı çıkmayı başarmıştı ki bu genç kadın için elli küçük adım demekti. Gün tam olarak doğmamıştı, bu iyi haberdi. Şehrin trafiğine takılmadan epey yol almış olacaklardı.
Emily araca doğru ilerlerken onun arkasından öfkeyle seslendi. “Benden öğreneceğini öğrendin, şimdi işin bitti değil mi? Biliyor musun aslında hiç şaşırmadım. Neden şaşırmadım, çünkü siz erkekler her ne şart olursa olsun…”
Sustu. Onun bu kadar hızlı yanına gelebilmesine susup şaşırması gerekirdi sadece. Adam artık aralarındaki mesafeye aldırmıyor bir nefes yakınında cüretkar bir tavırla dikilebiliyordu. Nefesi yüzüne değdiğinde Emily onun söylediklerinin tek kelimesini bile anlamadığını fark etti. Dinlememişti ki! Kirpiklerinin altına gizlediği bakışları bir tek onun hareket eden dudaklarına odaklanmıştı. Hareket sona erdiğinde başını kaldırıp gözlerine baktı ve hareketsiz duran bir çift mavi gözle karşılaştı.
“Ne?”
“Emily, sen iyi olduğuna emin misin?”
“E-evet. İyiyim. Merak etme ben sandığından çok daha güçlü bir kadınım. Üstesinden gelebilirim evet bunu yapabilirim.” Elini dağınık saçlarının arasından hızlıca geçirdi. “Şimdi bana neler olduğunu söyle.” İki adım geriledi, kapsama alanından çıkmak isteyen bir gönüllü gibiydi. Onun yakınında olmak aklını toplamasına engel oluyordu. Sebebi yani tüm bu hissettiği şeylerin sebebi tam olarak ‘hız’dı. Evet her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, ne olacağına dair bir heyecan ve korku hep içindeydi.
“Henüz işimiz bitmedi. Çok vaktimiz yok yola çıkmamız lazım, haydi.”
Emily elini tutup onu araca doğru götüren adama içinden bildiği tüm hakaretlerden oluşan bir kolye dizdi. Fakat ağzını açtığında kendini daha çok itaatkâr bir köle gibi hissetmişti.
“Bana ne yapacaksın?”
Ah! Kahretsin. Bana ne mi yapacaksın!
❁❁❁
Yeni bir şarjör takıp dikkatini tekrar hedefe verdi. Kırk kalibrelik Glock’tan çıkan mermilerin neredeyse tamamı on metre ileride duran hedefi bulmuştu. Buraya biraz olsun rahatlamak için gelmişti. Atış yaptıkça öfkesinin azalması gerekirken onda tam tersi etki yaratmıştı. Ajan Campbell ile izledikleri o görüntü hafızasından silinmiyordu. Yeni bir şarjör almak için ilerledi. Bomboş poligonun içinde bir tek kendi ayak sesleri yankılanıyordu. Masanın üzerinden dolu bir tane aldı. Şarjör tünelini buldu ve içine sertçe yerleştirdi. Hızlı adımlarla tekrar atış yerine ilerlerken sürgüyü eliyle geri çekip rahat bir tavırla bıraktı.
Arka arkaya ateşlenen silah mermiden çok öfke kustu. Marc silahını hızla poligonun bir köşesine savurdu, ardından kulaklığı ve gözlüğü çıkarıp yere bıraktı. Bunların hepsini kendisini de yere bırakmadan önce yapmıştı. Babasının katilinin ölmesi bile içindeki öfkeyi dindirmiyordu. Onun cezasını kendi elleri ile veremediği için o koyu öfkeden en büyük payı da kendisine vermişti.
Ama payı büyüktü, tek başına bitiremeyeceği kadar büyüktü.
❁❁❁
John ‘Niagara Şelaleleri Eyalet Parkı’nın önünde aracı durdurduğunda Emily ona doğru gizemli bir bakış attı. Hemen ardından saçlarının şu tuhaf rengi kadar aydınlık bir gülümseme sundu. Gülümserken de güzeldi tıpkı ağlarken olduğu gibi.
“Ne o federal beni yavaş yavaş ülke dışına mı kaçırıyorsun?”
Cevabı beklemeden kemerini çözüp arabadan atladı. John muzip bakışlarla onu süzdü. Birkaç saat öncesine kadar suçlu olduğunu düşündüğü hatta öldürebileceği kadın için şimdi fazlasıyla endişeleniyordu. O bu davadaki canlı tek tanıktı ve canlı kalması için yapması gereken tek şeyi yapacaktı. Ona yetiştiğinde Emily çoktan şelalelere ulaşmıştı. Genç kadın korkuluklara yaslanıp eliyle göz alabildiğine uzanan eşsiz manzarayı işaret etti. “Beni neden buraya getirdin?”
Her zaman tereddütsüz bir ifade ile konuşan adam şimdi hemen yanında yerini almıştı. Bakışlarını adamın ellerinden, dayandığı dirseklerine oradan da metrelerce aşağıda akan suya bakan gözlerine yöneltti. Konuşmaya başladığında genç kadın da yüzünü beyaz köpüklere çevirdi. “Çünkü bu şelale de bizim gibi, hayatlarımız gibi ve... “
Emily tek kelime anlamadığını belirten bir ifade ile onun yüzüne baktığında güçlükle de olsa cümlesini tamamlamayı başardı. “Aramızdaki şu tuhaf şey gibi, ters akıyor sürekli.”
“Sensin ters” Gözlerini kısıp adamın yüzüne baktı hemen sonra içten bir kahkaha koyuverdi. “Aklımı kaçırdığımı düşünüyor olmalısın.”
“Hayır”
Karşı –şelalelerin arkasında kalan- kıyıyı gösterdi. “Kanada. Benim ülkem. Günlerdir gitmek için hayalini kurduğum tek yer. Sanırım artık kulağa kâbus gibi geliyor.”
Yüzünün asılması hoşuna gitmemişti. “Evine dönmek istemiyor musun?”
“İstediğin gibi dönemedikten sonra bu neye yarar? Biliyor musun ben Kızılderili soyundanım.”
John onun saçlarını işaret etti. “Hiç şaşırmadım.”
“Alberta Kızılderililerine göre yirmi yedi yaşına basmış ve evlenememiş bir kız bölge için uğursuzluktur. Ölümlerin artacağına, tüm ürünlerin kuruyup yok olacağına ve daha hayal bile edemeyeceğin bir sürü şeye inanırlar. Yirmi yedi yaşına basmama üç ay var ve bu son sezonumda aileme tanıştıracağım eldeki son adamı da kaybettim. Yani Bayım, iyi yazabildiğin bunu iyi yaşayabildiğin anlamına gelmiyor.”
“Evine dönmek zorundasın Emily.” John cebinden yerel güvenlikten temin ettiği dosyayı çıkarıp ona uzattı. Genç kadın merakla siyah, ince dosyayı onun elinden alıp içindeki birkaç belgeyi incelemeye koyuldu. Torres’ler adına çeşitli suçlamaları içeren yazılar, banka hesap numaraları, kimlik bilgilerinin yazdığı karışık dokümanları hızla geçti. Dosyadaki belgeler bir gazete haberi ile son buluyordu.
<Bank Boston’da meydana gelen dolandırıcılık olaylarının sonuncusu kanlı bitti. Banka müşterilerinin şikâyetleri ile intikal eden olayda hesaplarının boşaltıldığını iddia eden yedi kişinin hesapları büyük bir titizlikle incelendi. Yerel güvenlik birimlerinin uzun süredir takipte olduğu evrak sahtekârları dün sahte kimlik ve belgelerle 40.000 dolara yakın bir vurguna imza atmaya hazırlanırken yakalandı. Kaçmaya çalışan suçlular meydana gelen kazada hayatlarını kaybederken olay yerinde bulunan meblağ güvenlik birimlerince bankaya teslim edildi. >
Emily endişe dolu bir ifade ile başını kaldırıp onun yüzüne baktı. “Ben anlamıyorum yani ne demek oluyor bunlar…”
“Bu şu demek oluyor, ortada bir şekilde kendilerini ölü olarak göstermiş iki kişi var. Biri bizim sahte Jack diğeri de evinde gördüğün karısı. Bunu neden yaptıkları malum asıl önemli olan bunu nasıl yaptıkları. Bunu yapmanın tek yolu Emily, içerden yardım almak. Evlerine Bayan Torres için bir ekip göndermelerini istedim.”
“Bu nasıl olur?”
John yürümelerini teklif etti. “Sana bir anlaşma teklif etmek istiyorum Emily. Sen beni bu dosyada ileri götürebilecek tek kişisin.”
Rainbow Köprüsü’nün girişine vardıklarında duraksamadan köprünün üzerinde ilerlemeye devam ettiler. John bunu daha kibar bir yolla nasıl dile getireceğini bilmiyordu. Az ilerideki sınır noktasında beklediği adamı görünce olduğu yerde durdu ve yüzünü genç kadına dönmeden önce derin bir nefes aldı. Lanet olsun ki bunu kibarca söylemenin mümkünü yoktu o yüzden uzatmamaya karar verdi.
“Sana ailene karşı tanıtabileceğin bir adam vereceğim.” Emily hareketsiz bir ifade ile onu dinliyordu.
“Sende bana bu dosyada yardım edeceksin. Muhtemelen senin peşinden gelecekler ya da belki Jack seninle irtibata…”
“Beni yem olarak mı kullanacaksın?”
“Hayır bak öyle değil. Senin sevgilin olacak adamı kendi ellerimle seçeceğim. Her dakika seninle olacak. Seni koruyacak. Quantico'da yetişen profesyonel ajanlar var. Tam görünmesini istediğin gibi birini seçeceğim. Profesyonel ve etkileyici.”
Emily gözlerinden akan yaşları eliyle sildi. “Gerçek bir beyefendi gibi gözükecek.”
“Aynen öyle. Sadece işinin çıktığını ve bir iki gün içinde size katılacağı gibi bir şeyler söyle. Bana güven Emily, seni tehlikeye atmayacağım.”
“Sınırdan nasıl geçeceğim?”
John Ontario’dan Alberta’ya kadar kendisine eşlik edecek olan sınırdaki adamı işaret etti.
Elini genç kadına uzattığında kendisini hala en doğrusunun bu olduğuna inandırmaya çalışmakla meşguldü. Onu öncelikle koruyacak ve üzülmesine sebep olan şu Kızılderili saçmalığına dur diyecek birini bulacaktı. Emily dudaklarını birbirine bastırarak ağlamamak için mümkün olduğu kadar kendisini sıktı sonra da uzanıp adamın havada asılı duran elini hafifçe sıktı.
“Hoşçakalın Bay Parker”
Yüzünü dönüp ilerlemeye başlamadan konuşmayacaktı. Birkaç adım atıp konuştuğunda sesi istediği gibi -yeterince tok- çıkmamıştı. “Hoşçakalın Bayan Hebert”
Vedaları hiç sevmezdi. Kaldı ki bu bir veda değildi. Sadece bir devir teslim töreniydi. Şimdi Ray’in cenazesine yetişecek hemen ardından da kadını yeni korumasına teslim edecekti.
Ve gözü arkada hiç kalmayacaktı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder