16 Aralık 2014 Salı

Aşk Çarpar Gönül Kayar 9.Bölüm



Telefon gecenin sessizliğine kafa tutarcasına çalarken John gömüldüğü yastıktan kafasını güçlükle kaldırdı. Gözleri bir iki saniye sonra karanlığa alıştığında yatağında olduğunun da farkına varmıştı. Başını yastıkla tekrar buluşturdu. Üç günde kaç saat uyuduğunu bilmediği gibi şimdi de ne kadar süredir uyuduğunu bilmiyordu. Uzanıp çalmaya devam eden telefonu eline aldı ve arayana bile bakmadan hala uykuya teslim olan bedeninin izin verdiği kadarıyla kısa cevapladı. “Efendim?”
Karşı tarafın sesini işittiği anda yatakta hızla doğruldu. Ne uyku ne de yorgunluğu hissedemeyecek kadar hissizleşmişti şimdi. Komodinin üzerindeki lambayı yakıp işittiklerini algılamaya çalıştı. Kim olduğunu zaten anlamıştı fakat böyle kaskatı kesilmesine sebep olan duyduğu sesin her hecesinden korku akan tınısıydı.
“Ne olur yardım et bana. Öldürecekler, öldürecekler beni!”
Nihayet John kadının hıçkırıklarının arasında söylediklerinin bir kısmını yakalamayı başardı ve bu başarıya ulaştığı an yataktan hızla fırladı. Yerde duran pantolonuna uzandı. Kadın hipnoz olmuş gibi aynı şeyi söylemeye devam ederken John onun adını tok bir sesle haykırdı. “Emily!”
İşe yaramıştı. İzin verdiği sessizlik için ona şükretmeye hazırlanmıştı ki; kadının çığlığı aklında kalan son iyi ihtimalleri de alıp götürdü.
Genç adam sadece bir saniye sonra kör karanlığın ortasında elindeki pantolonla dikilmekteydi.

<><><><><><>

Emily karanlık üzerine çöktüğü anda bütün kâbuslarının gerçeğe dönüştüğünü hissetti. Hızla aşağı inen asansör aniden durduğunda telefon elinden kaydı ve sırtını sertçe kabine çarptı. Genç kadın geçirdiği şok sebebiyle canının yandığını bile hissetmemişti. “Hayır hayır olamaz.” Tuş takımının olduğu tarafa yöneldi ve el yordamıyla bulduğu her tuşa tek tek dokundu. Hiç biri asansörü tekrar harekete geçirmiyor üstelik ışığı da geri getirmiyordu. Titriyordu ve titrerken sayıklamaya da devam etti.
“Öl-öldürecekler, be-beni de öldürecekler…” Emily az önce gözlerinin önünde ölen korumasını düşündü ve asansör kapanmadan önce hala sağ olduğunu gördüğü bir diğer korumasının da muhtemel şuan ki durumunu.
“Emily? İyi misin? Ses ver bana… “
Başını yasladığı tuş takımından kaldırıp birkaç saniye karanlığa baktı.
“Emily, Emily!”
Adını işitmek daha önce hiç bu kadar güzel hissettirmemişti. Bir tılsım gibiydi. Sanki herkesin unuttuğu kör bir kuyunun dibindeydi. Hiç kimse yıllardır ismini söylememiş ve artık o bile kim olduğunu unutmuş bir haldeydi. Adam yılmadan adını söylemeye devam ederken Emily sesin yardımı ile yerdeki telefonu buldu.
“E-evet.”
John süratle evden çıktığı sırada gelen yanıtla derin bir nefes verdi. Şükürler olsun ki hala hayattaydı. Bir daha şansı olmayabileceğini hesaba katarak ona en önemli şeyi sordu. “Nerdesin? Evde …”
Emily soluksuz cevapladı. “Ha-hayır. Wall Street üzerinde 22.plazadayım. Jack…” Genç kadın artık elinde buharlaşmaya yüz tutmuş kâğıdı hissedip yutkundu. Hala avucunda sıkıca tutuyor olması ne tuhaftı. “Jack’in ofisine geldim. Senin yüzünden, senin de-dediklerin yüzünden ben yani ben.”
John aracına doğru ilerlerken biraz daha bilgi almak için sorular sormaya devam etti. “Saldırıya mı uğradın? İyi misin?”
Cevap olarak sadece kadının iç çekişini işitti.
“Tamam sakin ol lütfen. On dakika içinde orada olurum. Neden tek başına gittin ki, o adamlara boş yere mi para ödüyorsun?”
Genç kadın sesli bir hıçkırık daha koyuverdi. “Onlar öldü. Gözlerimin önünde öldü. Öylece... Ve ben sanırım artık haklarını parayla ödeyemem.” Kabinin bir köşesine geçip dizlerini kendine çekti. Tıpkı küçükken ormanda kaybolduğunda yaptığı gibi… Emily o bekleyişi her zaman sevmişti sonunda babasının gelip onu bulacağını bilirdi. Şimdi ise tam tersine kimsenin onu bulmaması için dua ediyordu. Onu bulurlarsa öldüreceklerini kesinlikle biliyordu.
John arabanın kapısını açtığı anda genç kadının sözlerini işitip kaskatı kesildi.
‘Onlar öldü. Gözlerimin önünde öldü.’
Elektriklerin kesildiği ilk an aklına gelen başına gelmek üzereydi. Ölüm yine bir yerlerde kol geziyordu. Hayır diye düşündü genç adam, tam olarak bir yerlerde sayılmazdı çünkü bu sefer ölümün gezindiği yeri biliyordu. Yirmi saniye sonra siyah ‘Jeep’ karanlık caddede hızla yol alırken kadınla irtibatın kesilmemesi için telefonu kulağından bir an olsun ayırmamıştı. Onu çok fazla konuşturarak sesini birilerinin duyup yerini bulmasını istemiyordu ama düzensiz nefes alıp verişleri hala korkunun etkisinde olduğunu fazlasıyla belli ediyordu. Tehlike çemberinin ortasında kalmış biri nasıl ise aynen öyleydi ve şimdi bir şeyler mırıldanıyordu, dua gibi!
“Etrafta kimseyi görüyor musun?” dedi gaza daha sert basarken.
“Hayır ben asansördeyim. Şey asansörde kaldım.” Sesi tam olarak -olduğu gibi- kapana kısılmış bir fare gibi çıkmıştı.
Jonh direksiyona sert bir yumruk geçirdi. “Hemen çıkman lazım oradan Emily. Hemen!”
“Size asansörde kaldım diyorum bayım. Kapıyı kırmamı mı istersiniz yoksa bu şeyin adı her neyse…”
“Kabin” diye tamamladı genç adam.
Emily öfkeyle devam etti. “Evet işte kabinin tepesine çıkıp iple yukarı tırmanmamı mı? Yardıma gelen biri varken bana on dakika burada beklemek daha akıllıca görünüyor.”
“On dakika daha zamanın olmayabilir ve seni temin ederim ki hiç akıllıca değil. Son zamanlarda Manhattan’da elektriğin kesildiği her gece bir cinayet işleniyor.”
Kadının hafifçe inlediğini işitti. “Sakin ol ve şimdi söyle bana, asansör çift kanatlı mı?”
“Ne demek kanatlı mı?”
“Yani iki tarafa doğru mu açılıyor?” Emily hiç dikkat etmediği bu detayı görmek için telefonu kapıya doğru tutup inceledi.
John “Evet” diye bezgin bir cevap geldiğini işittiğinde gülümsedi. “Tahmin ettiğim gibi şanslısın. Şimdi kapının arasına bir şey yerleştir ve iki yana doğru aç. Merak etme kapıdaki çelik yapı duvarlardan daha incedir.”
“Sen federal olduğuna emin misin? Farklı bir alanda eğitim almış gibisin.”
John aracı cadde üzerinden çıkarıp doğu kanadına doğru kestirme bir yola soktu. “Yerinizde olsam benim geçmişimle uğraşmayı bırakır bütün dikkatimi kapıya verirdim.”
Emily çoktan kapı ile ilgilenmeye başlamıştı bile. Bir süre dar aralığa soktuğu –eline yerden bulduğu ilk sivri şey olan- törpünün kırık ucuna hayal kırıklığı ile bakmaya devam etti. Sivri bir şeyler aramaya devam ettiği sırada ise her zaman giymekten hoşlandığı sivri burunlu ayakkabıları aklına geldi.
Genç kadın ayakkabılarını çıkarıp yeterli mesafe bırakarak incecik topukları aralığa yerleştirdi ardından eliyle vurarak topukların yarıdan fazlasını aralığa soktu. Kabindeki zifiri karanlığın dağılması ile Emily koridordan gelen incecik ışığın içeriye vurduğunu fark etti.
Bundan aldığı cesaretle elindeki telefonu yere bırakıp önce neredeyse hiç hareket imkânı sağlamayan eteğini kalçalarına kadar kaldırdı sonrada bacağını kapının yan duvarına kaldırarak dayadı. “Haydi, bakalım Emily göster kendini.” derin bir nefes alıp kapının sağ kanadını tüm kuvveti ile ittirdi. Kapı sandığından daha kolay açıldığında ise genç kadın gördüğü manzara ile korkuyla sıçradı.
“Üzgünüm bayan korkutmak istemedim.” Emily bir eli hala kalbini tutarken elli yaşlarında olan adamın yüzüne korkuyla bakmaya devam etti. Adam yaşına göre oldukça yerinde olan kuvvetiyle kapının sol tarafını tek hamlede açtı ve elini genç kadına doğru uzattı. Emily mahcup bir ifade ile eteğini indirip yerdeki telefonu aldı ve adamın çıkması için yardım etmesine izin verdi.
Yaşlı adam -Emily’nin şimdi fark ettiği- arkasındaki genç çifte dönüp “Bu binaları yaparken son model diyorlar, sizden milyon dolarlar istiyorlar ama şu düştüğümüz duruma bir bakın. Her zaman diyorum katlı binada oturmak ahmaklıktır.”
Ardından Emily’e dönüp gülümsedi. “Ben Jonathan Smith Bayan. Emlak danışmanıyım.”
Emily bakışlarını elleri katalog dolu olan çiftten yaşlı adamın yüzüne doğru kaydırdı. Hiç birinin yüzü katil ifadesi taşımamaktaydı, aksine son derece düzgün ve sevecen bir ifadeleri vardı. Emily koridorda gezinen bir kaç kişiyi fark etti, kendine güvenenler beklemek yerine karanlıkta merdivenlerden inmeyi göze almışlardı. Tekrar karşısındaki şirin gruba döndü.
"Çok memnun oldum, üzgünüm gitmem lazım."
Bir cevap beklemeden yanlarından uzaklaşarak merdivenlere yöneldi.
Elindeki telefonun ilerlemeye devam eden konuşma süresini görüp gülümsedi ardından kulağına dayadı. "Asansörden çıkınca ilk seni göreceğimi sanıyordum. Hala varamamış olman ne kötü."
"Asansörden çıkabileceğine artık ihtimal vermiyordum. Hala hayatta olman ne kadar güzel!"
Kısasa kısas işte bu hoşuna gitmişti!
John arabayı plazanın önünde acı bir frenle durdurup kendini dışarı attı. Aracın kapısını hızla geri çarptı. Silahını çıkarıp ehemmiyetini açtı ve hızlı adımlarla plazaya doğru koşmaya başladı. “İçeri giriyorum.”
Ne yazık ki adamın binaya vardığını bilmek genç kadın için kurtulduğunu sanmış olmak demekti. Emily adama neşe içinde veda etti. “Aşağıda görüşürüz o zaman.”
“Hayır, kıpırdama Emily.” John girişte bir an duraksadı. “Lanet olsun.” Ardından deli gibi koşmaya başladı.
Genç kadın telefonu kapattığında adamın son sözlerini duymamıştı. Hayal meyal görebildiği korkuluklara doğru ilerledi. İlk basamağı bulduğunda ise yavaşça inmeye başladı. Az önce inen grubun seslerini duyabiliyordu. Muhtemelen en fazla iki kat aşağıda olmalıydılar. Bir alt kata vardığında gözleriyle etrafı taradı ve o zaman gördü. Nasıl gördüğünü bilmiyordu? Gözlerinin karanlığa ne zaman alıştığının da farkında değildi. Tek bildiği karanlığın içinden kendisine doğru yaklaşan o pelerinli siluetti.
Emily güçlü bir çığlık attı. Çığlık çoğalarak devam etti. Şimdi gölge ile aralarındaki mesafede bulunan tüm ofislerden çığlık atan insanlar çıkıyordu. Ardından görüş tamamen silikleşti. Emily iliklerine kadar ıslandığını hissetti. Çılgınlar gibi koşturan kalabalığa katılmadan önce öylece dikilmeye devam edip gülümsedi.

“Yangın var, yangın, bu katlı binalar, hep bu katlı binalar…..” Bay Smith gerçekten yaşına göre oldukça iyiydi. Emily şimdi de adamın yanından bir koşucu gibi süratle geçtiğine yemin edebilirdi.

Lanet federal yanına varmadan bile onu mahvetmişti…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder