16 Aralık 2014 Salı

Aşk Çarpar Gönül Kayar 7.Bölüm




Mason Carter tüm olanların ortasında çaresizdi. Federal Plaza’ya girdiğinde ilk işi John ile ne aşama da olduğunu konuşup kapalı olan şu kütüphane meselesini halletmekti. Fakat yaklaşık beş saat önce gazeteye haber oldukları kadınla birlikte ‘buraya’ geldiğini, onu yaka paça sorguya götürdüğünü ve on dakika önce de binadan ayrıldığını öğrendiğinde kalbinin sıkıştığını hissetmişti. Kalan son gücüyle “Hemen kadını odama götürün.” diyebilmiş ve kendini bulduğu ilk boş odaya atmıştı. Eğer sağ kalmayı başarırsa kendisi de birazdan yanlarına gelecekti.
Birkaç saat önce son duruma bakmak için New York Halk Kütüphanesi’ne uğradığında Marc Anderson, Ajan Parker’ın gazetedeki kadın hakkında kendisinden bilgi toplamasını istediğini ve bilgileri aldıktan kısa bir süre sonra da çıkıp gittiğini söylemişti. John’un şu kaset işini sessiz sedasız halledeceğini düşünmüştü. Şimdi ise çıkan yaygaraya bir anlam veremiyordu. Mason Carter kadının kim olduğunu bile sormadığı için kendi kendine sesli bir küfür savurdu. Gazetedeki başlığın ‘Federal’ kısmına takıldığı için ‘Romantizm Kraliçesi’ kısmını es geçmişti. Üst kattaki ofisinde bekleyen kadın oldukça popüler biriydi, bir yazardı ve o sandıklarının aksine sansasyon malzemesi yaratacak cinsten değil başarılarla dolu bir kariyerin sahibiydi. Tanrım(!) aynı zamanda o bir Kanada vatandaşıydı. Yaşlı adam olayın büyümesi durumunda yaşanacak başta siyasi olmak üzere tüm ihtimalleri gözden geçirdi ardından batan bir gemiden el sallayan yolcular gibi cebinden çıkardığı bir mendil ile alnını sildi ve cebine sokmadan arkasındaki koltuğa kendini bırakıverdi.

<><><><><><>

Genç kadın üzerinden tonlarca ağırlığın geçtiğini hissetti. Sahi geçip gitmiş miydi ki? Yanındaki genç adam onu o izbe yerden üst katlardaki koyu renk ahşap mobilyalarla döşenmiş geniş bir odaya getirdiğinde Emily henüz buna karar verememişti. Bundan birkaç saat önce sakin bir gece geçirmeyi ve yarınki imza gününde yapacağı konuşmayı hazırlamayı düşünmüştü. Öncesinde escort şirketindeki goril için verdiği o kadar paradan sonra rahatlamak için bir şeyler içmek de fena fikir sayılmazdı. İşte her şey o andan sonra tepetaklak olmuştu. Hayal ettiği o gorillerin belki de en kötüsü, efsanevi Kafatası Adası’ndan çıkıp New York’a gelen ‘King Kong’ karşısında dikilmekteydi. Kendisini önce tenkit etmiş arkasından tehdit etmiş ve en sonunda da kelepçeye mahkûm etmişti. Adamın o uzun saçları, saçına karışmış sakalları, tuhaf duruşu ve o öldürücü bakışları ‘King Kong’ haricinde başka bir kahraman olmasına imkân tanımıyordu.
Emily daldığı düşüncelerinden ancak yanındaki adamın uzattığı elini fark ettiğinde çıkabildi. Gösterilen taraftaki koltuklardan birine doğru ilerleyip kibarca kuruldu. Gözlerini hafif loş odada gezdirdi. ‘Bu bina da karanlık olmayan bir oda bulmak imkânsız olmalı’ diye düşündü bir an. Odanın bir köşesini büyük bir toplantı masası kaplamıştı. Masanın karşısındaki duvarda geniş bir ekran vardı, diğer duvarda ise çeşitli dosyaların olduğu bir dolap bulunmaktaydı. Gözleri karşı köşedeki boş duvarda asılı duran saate kaydığında sabah olmasına sadece iki saat kaldığını fark etmişti. Emily yerin yedi kat altında -o adamla kaldığı uzun saatler sonrasında- bir ara zaman kavramını bile yitirmişti. Hala gece miydi? Yoksa çoktan sabah mı olmuştu? Belki de bir günü devirmişlerdi. Genç kadın artık hiçbir şeyden emin değildi. Hepsi ama hepsi birbirine girmişti. Şimdi ise duvardaki saat ona gerçeği söylüyordu. Tam beş saattir burada tutuluyordu. Tanrım! Bitkin bir haldeydi, öfkeliydi, kesin felaket görünmekteydi ve en kötüsü de hala bir konuşma metnine sahip değildi.
Güçlü Emily, mesafeli Emily, dimdik ve hiçbir erkeğe muhtaç olmayan Emily. Yalnızdı ve ne kadar yalnız olduğunu belki de kendine ilk kez itiraf etti. Güçlü, mesafeli ve dimdik Emily, hiçbir zaman ihtiyaç duymadığı o şeye karşı büyük bir özlem duyuyordu şimdi. Asla şu duygusal yaratıklar gibi başını bir erkeğin göğsüne dayayıp hıçkıra hıçkıra ağlamazdı. Kendini bir erkeğin önünde zayıf göstermektense sonsuza kadar kapalı kapılar ardında sessiz çığlıklar atardı. O her zaman başının çaresine bakmış kontrolü elinde tutan bir kadındı. Zaten hayatındaki hiçbir erkek de ona başını koyacağı bir omuz uzatmamıştı ve o hep…
Ah! Bu kadar itiraf belki de yeterliydi.
“Beni hala neden tutuyorsunuz?” dedi. Bir an için çatlayan kabuğunu hemen onarabilen böcekler gibi hissetmişti kendini.
Marc Anderson içten bir gülümseme eşliğinde genç kadının sorusunu cevapladı. “Bay Carter sizinle özel olarak görüşmek istedi Bayan Hebert!” En azından bu seferki gardiyanı kibarlıktan nasibini almıştı.
“Kim bu Bay Carter?” Getirildiği odaya bakılırsa FBI içinde önemli bir mevki de olduğu kesindi.
“Cinayet birimi bölüm şefi” Adam bir kez daha kibarca cevap verdiğinde Emily şansını tekrar denemeye karar verdi.
“Peki kendisi o King Kong’un da mı şefi oluyor.” Marc cevap vermedi ama kadının sorusuna gülümsemeden de edemedi.
Odanın ahşap kapısının açıldığını işittiğinde Ajan Anderson genç kadının önünden çekilerek yüzünü kapıya döndü. Emily ayağa kalktığında Mason Carter yaşına göre oldukça hızlı adımlarla odayı geçip çoktan yanına varmıştı bile. Daha odanın ortasındayken uzattığı eli genç kadının eliyle buluştuğunda hafifçe tuttuktan sonra diğer elini de üzerine kapadı.
“Bayan Hebert yaşadığınız durum için ne kadar üzgün olduğumu bilmenizi isterim. Olanlardan az önce haberim oldu.”
Emily tüm gece boyunca kaybettiği enerjisini “olanlara” sebep kişinin yüzünü hatırlayınca geri kazandı. “Bakın Bay Carter; adamınız izinsiz evime girdi, beni açıkça tehdit etti en sonunda da bana güç uyguladı.” Elini adamın avucundan çekip havaya kaldırdı. “Şu izleri görüyor musunuz? Bir suçluymuşum gibi bana kelepçe taktı. Defalarca talep ettiğim gibi avukatımı istiyorum. O adamı ve sorumlusu olan herkesi dava edeceğim.”
Mason Carter kelepçeyi idrak edemeden ‘dava’ sözcüğü ile yeniden soğuk terler dökmeye başladı. Kadının az önce kalktığı koltuğu işaret ederek kendisi de hemen en yakınındakine yerleşti.
“Bakın Bayan Hebert, kendimizi size nasıl affettireceğimizi bilmiyorum. Büyük, çok büyük bir yanlışlık olmuş. Kaset hakkındaki hassasiyetinize asla şüphemiz yok.”
Emily adamın tıpkı çocukları arkasından iş çevirirken hiçbir şeyden haberi olmayan babalar gibi göründüğünü düşündü. “Ne kaseti bayım, adamınız beni cinayetle suçluyor! Şu ortağı adı neydi her neyse işte onun ölümüyle ilgili bir alakam olduğunu düşünüyor.” Bakışlarını adama net bir biçimde dikip devam etti. “Ve ben bu kanıya nereden vardığını çok merak ediyorum.”
“Ajan Allen cinayeti ile ilgili mi?” Adam rol yapmıyordu, Emily gerçek şaşkınlığı karşısındaki yüz de net olarak görebiliyordu fakat artık bir tek soru bile cevaplamaya mecali kalmamıştı.
“Göz önünde olan bir insanım. Gazetelerde adımın tanımadığım insanlarla yan yana anılmasını istemiyorum. Hele bir federalle hiç.” Duraksadı ve yeterince kesin bir dille izah edemediğinde karar vererek ekledi. “Asla. Kesinlikle.” İşte şimdi ifade şekli tam olmuştu.
“Anlıyorum Bayan Hebert. Bu durum buradaki herkes için geçerlidir. Bizim meslektekilerin kimlikleri gizlidir, yakınlarımız haricinde hiç kimse gerçekte kim olduğumuzu ya da ne iş yaptığımızı bilemez.” Emily annesinin ‘federal mi?’ sorusunu onayladığını hatırladı. Gazetedeki haber tekzip edilse bile bir grup Alberta’lı sonsuza dek biliyor olacaktı. Sarah Hebert muhtemelen o gazetedeki fotoğrafı kesip çoktan bir çerçeve içinde duvara asmıştı. Umarım yanında götüreceği adamla arasındaki yedi farkı bulmaya kalkışmazdı.
“Ajan Parker saha ajanlarımızın en iyilerindendir. Fakat gazetedeki haber yönetimin dikkatini oldukça çekti. Çekmeyecek gibi değil ki! Şu gazeteciler! En kısa sürede olayın üstü kapanmaz da birileri daha da didiklemeye kalkarsa…” Emily kısa bir homurtu çıkaran adamın kasetten bahsettiğini anladı. “Ya da böyle bir şeyin tekrarı olursa?” diye devam ettiğinde genç kadın merakla adamın sorusunu tekrarladı. “Olursa?” O King Kong’un başına neler geleceğini bilmek biraz olsun içini rahatlatacaktı.
“Büyük ihtimalle görevden alınır.”
“Yani bu dosyadan mı?”
“Hayır belli bir süre açığa alınır.” Ellerini iki yana açıp kaşlarını tereddüt içinde kaldırdı. “Ne kadar süreceğini de kimse bilemez. Neyse konumuz bu değil. Bakın Bayan Hebert, adamımla bir daha asla karşılaşmayacağınıza size ben -Mason Carter olarak- güvence veriyorum. Sizden tek ricam lütfen konunun bu odada kapanmasına yardımcı olun. Kaset hala sizde mi acaba? Bayan Hebert… Bayan Hebert?” Şef bakışlarını bir an için kendilerini sessizce dinlemeye devam eden Ajan Anderson’a çevirdi. Genç ajan hiçbir fikri olmadığını ifade eden gözleriyle başını salladığında ise ilgisini tekrar genç kadına verdi.
“İyi misiniz?” dedi bu kez daha güçlü bir sesle.
Emily yere sabitlenmiş gözlerini kendisine seslenen adama çevirdi. “İyiyim hem de çok iyiyim. Pekâlâ, sözünüze güveniyorum Bay Carter. Sizden rica etsem beni evime kadar güven içinde ulaştırabilir misiniz? Hem kaseti de teslim etmiş olurum.”
Yaşlı adam gülümseyerek ayağa kalktı ve elini hala oturan genç kadına uzattı. “Büyük bir zevkle” dedi ve sağ yanında dikilen genç adama başını çevirip devam etti. Ajan çoktan bir adım öne gelmişti bile. “Ajan Anderson Bayan Hebert’a evine kadar eşlik edin lütfen. Güvende olduğundan da emin olun.” Uzanıp kadının eline var ile yok arası bir öpücük kondurdu. “Tüm yaşananlar için tekrar özür dilerim.”

<><><><><><>

John kucağındaki küçük kızın başına var ile yok arası bir öpücük kondurup kulağına bir kez daha fısıldadı. “Tüm yaşananlar için tekrar özür dilerim tatlım.” Lily gerçekten muhteşem görünüyordu dahası harika bir kokusu vardı. Karşısındaki güler yüzlü hemşireye bebeği teslim edip yüzünü hemen önünde dikildiği kapıya döndü. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve düşünürse belki de yapmaktan vazgeçeceği şeyi yaptı. Kapıyı açıp Mary’nin yattığı odaya daldı. Genç kadın geniş bir yatakta yatıyordu ancak başının altındaki yastık dağından dolayı daha çok oturuyor gibi gözüküyordu. Yüzü solgundu, sinirli değil de daha çok sinirini çıkarmış gibi görünüyordu ve bakışları tavandaki bir noktaya öylece sabitlenmişti. John birkaç saniye ölü gibi yatan kadının ufak bir yaşam belirtisi göstermesi için nefesini tutarak bekledi. Gözlerini belli belirsiz kırptığını gördüğünde ise derin bir nefes koyuverdi. Yatağın başucundaki sandalyeye doğru ilerledi. Böyle anlarda ne söylenirdi? Konuya Lily mi yoksa Ray’den mi girmesi gerektiğine karar veremezken Mary usulca konuştu. Çenesi dışında bedeninde en ufak bir hareket gözükmezken bakışları tavandan milim kıpırdamamıştı.
“Cenaze ne zaman?”
John gözlerini kapatarak ellerini kaşlarının ortasına götürdü. “Yarından sonraki gün. Otopsi için bir iki gün daha…”
Mary küçük bir hıçkırığın ardından başını diğer tarafa çevirdi. John gözlerini açtığında onun yüzünü göremese de titreyen omuzlarından ağlamaya devam ettiğini biliyordu. O omuzlarının bir müddet daha sakinleşmesini bekledikten sonra kafasında tasarladığı sözleri dile getirdi.
“Harika bir kızın oldu Mary. Ray için ona tutunarak yaşamaya çalışmalısın. Zor biliyorum çok zor ama yapmak zorundasın!”
Mary ilk kez ona baktı, tam olarak gözlerinin içine “Onu bir daha göremeyecek olmak çok acı John! Veda bile edemedim. Ona son kez ne kadar çok sevdiğimi söyleyemedim.” Ardından yüzünü elleriyle kapattı.
John ayağa kalkarak genç kadının omuzlarını kavradı. “O hep bizimle Mary. Hep sen ve Lily ile. Bende öyle… Hep sizin yanınızda olacağım ve sana söz ona bunu yapanlardan hesabını soracağım. Yapacağım son şey olsa bile yine de soracağım.”
Mary usulca başını sallarken John çalan telefonuna bakmak için yataktan uzaklaştı. Arayan Mason Carter’di ve John az çok adamın neden aradığını tahmin edebiliyordu.
“Efendim şef?”
Her zamankinden daha soğuk olan sesi ile cevap verdi. “Neredesin Parker?”
“Hastanede. Şef, Ray’in harika bir kızı oldu. Görmen laz…”
“Hemen ofise gel. Bekliyorum!”
“Bir terslik mi var?”
“Terslik mi? Şu günlerde düzgün giden bir şeyler var mı acaba? Ajan Allen’a olan hassasiyetini biliyorum ama artık sınırı geçtin John.”
“Sorun şu kız ise?”
“Farkında mısınız Bay Parker ama ‘şu kız’ diye geçiştirdiğiniz kişi Amerika’da oldukça popüler biri. Umarım kahrolası basın sevgilisini aramaya girişmez. Yoksa bitersin duydun mu beni!”
John önündeki duvara yumruk atmıyorsa bu tamamen oda da yatan kadını endişelendirmemek içindi. “Bu arada Kanadalı köklü bir aileye mensup. Az önce biraz kurcalattım babasının Alberta tarafındaki arazilerinin ucu bucağı yokmuş. Bilirsin böyle yerler de toprak sahiplerinin eli kolu uzun olur. Dikkat et John bir olay çıkarsa seni ben bile kurtaramam!”
Sıktığı dişlerinin arasından tısladı. “Ederim şef!”
“Seni bekliyorum o halde.” diye devam ettiğinde John kütüphanede küçük bir işi daha kaldığını belirtti.
“Hala oradan bir şey çıkacağına umudun var mı evlat?”
“Kesinlikle” dedi.
Kesinlikle oradan bir şeyler çıkacaktı.

<><><><><><>

5 Temmuz 2013 Saat:15.00 Manhattan 5.Cadde New York Halk Kütüphanesi Girişi

“Evet Lena, sana ne diyorsam onu yap. Zaten yeterince kötü bir gece geçirdim. Üç saatlik uyku ile kazandığım enerjimi de sen yeme lütfen. Bir değil iki kişi istiyorum anlaşıldı mı?”
Emily karşı tarafın sorusu ile bir kez daha derin bir nefes alıp devam etti. “Nasıl mı olsun? Biri kör, diğeri de topal olsun olur mu Lena?”
Merdivenlerin bitimindeki taş sütunlardan geçerken telefonda özür dileyen kızı hızlıca geçiştirdi. “Pekala, adamlar profesyonel olsun unutma. Saat:17.00’de kütüphanenin önünde hazır olsunlar.”
Emily telefonu kapattı ve cam kapıdan içeriye girip binaya adımını attı. Bay Carter her yanından güven saçabilirdi ama Emily kendisini başkalarının insafına bırakmamayı çok küçük yaşlarda öğrenmişti!

<><><><><><>

5 Temmuz 2013 Saat:15.30 Manhattan 5.Cadde New York Halk Kütüphanesi 3.Kat (Kayıt/Arşiv odası)

John küçücük odada geçirdiği altı saatin sonunda sabrının sınırına gelmişti. “Hala bir şey yok mu?” diye kükredi. Kütüphane yönetiminden aldıkları izinle “Çok Satanlar” bölümündeki kitapları tamamen bu odaya yığmışlardı ve çok da büyük olmayan odada göz gözü görmez durumdalardı.
Parmak izi uzmanı ikinci kez verdiği olumsuz cevap onu daha da öfkelendirdi. Oysa gece kadının birkaç tel saçını ve parmak izini zorla alırken bir şeyler bulacağından adı kadar emindi. Bir saat önce kriminalden gelen karşılaştırmada tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Ray Allen’in üzerinde kadına ait hiçbir iz yoktu.
“Yalnız işinize yarayabilecek bir detay var efendim?”
John eliyle anlatmasını işaret ettiğinde adam önündeki ekranı gösterdi.
“Bakın şuraya, bu hafta çıkanlar da dâhil tüm kitaplarda çeşitli parmak izleri var. En az parmak izi sayısını on altı olarak bulduk, zaten o kitapta geçen hafta çıkmış. Fakat buraya geldiğimizde yaklaşık iki buçuk ay önce çıkan bir kitapta ise hiç iz olmadığını görüyoruz. Kitaptan arşiv kayıtlarına göre kütüphanede doksan iki adet mevcut ama sadece biri yepyeni.”
John kafası karışmış halde sordu. “Yani ne demek istiyorsun?”
“Bu kitap kütüphane tarafından yerleştirilseydi en az görevliye ait bir parmak izi olurdu.” Adam yerdeki sabah bıraktıkları bir yığın kitap kulesini gösterdi. “Bakın tıpkı bu sabah yerleştirilecekler gibi. Ama bunda hiç izi yok Ajan Parker. Sanki bu kitap oraya özel olarak konulmuş gibi sanki…”
John, adamın tamamlayamadığı cümleyi kendisi sesli olarak dile getirdi.
“Sanki bir başka baskısının yerine konmuş gibi. Kirliyi alıp yerine temizi koymak gibi…”
Keyifle adamın omzuna vurdu. “Yakaladık dostum. Kitap sayısı aynıysa bandroller, şu numaralar falan bize her şeyi açıklar. Hadi bakalım başlıyoruz.”
Adamın yanındaki az önce terk ettiği sandalyesine bu sefer büyük bir ferahlık ile yerleşti. “Birlikte arayalım daha çabuk buluruz. Hangi kitap?”
Uzman burnunun ucuna doğru düşmüş gözlüğünü iteledi ve parmak izi sayısının sıfırı gösterdiği ekranı sola doğru kaydırıverdi.
“İşte burada. Kitabın adı Aşk Çarpar Gönül Kayar ve yazarın adı da Emily Hebert efendim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder