22 Haziran 2014 Pazar

Annesinin Koca Ayaklı Kızı Bölüm 22

 
 
BÖLÜM 22
“Film Gibi Yani”

Hayatımın bir film gibi geçtiği senelerden biriydi 2006 yılı. Ben konusunun her ne kadar romantik komedi tarzında ilerlemesini istesem de benim kaderim aksiyon macera türünde aday olma yolunda ilerliyordu. Ödül al...mak falan değildi derdim tek istediğim bu kategoriden alnımın akıyla sıyrılmaktı. Soğuk bir şubat sabahı ofisteki yerimde günlük evrak yoğunluğuna girmeden önce son sayfalarına geldiğim kitabımı okuyordum. Kitabın adı gibi bende en uzun gecelerden birini daha ardımda bırakmıştım. Benim en uzun gecelerim kitaptaki Yelda’dan biraz farklı olsa da ikimizdeki korkuyu da aynı bulmuştum. Ölüm ve kaderin aslında üzerinde yaşadığımız bu topraklarda herkese ne kadar da yakın olduğunu hissetmiştim.
Penceremde bulduğum o küçük çakıdan sonra benim bütün gecelerim uzundu. En uzun gecenin ise gelmemesi için dua etmekten başka çarem yoktu. Ahmet’in bu sabah ofise gelmesi ile o gecenin oldukça yaklaştığını çocuğun dağılmış suratından anlamıştım. Ofisin kapısını hışımla kapatan Ahmet masama doğru yaklaşarak ellerini açıp bedenini masanın arkasında oturan şaşkın bana doğru savurdu.
“O sevgilini öldüreceğim.” dedi ve ardından az önce içeri girdiği çelik kapıya yumruğunu geçirerek de beni iyice korkutmayı başardı. Ne olduğu çocuğun güller açmış yüzünden belli oluyordu. Muhtemelen Uğur bulduğu en uygun zamanda manasız hırsını çıkarmayı başarmıştı. Yerimden hızla kalkarak ofisin içinde volta atmaya başlayan Ahmet’in önünü kestim.
“Ne oldu Uğur mu yaptı? Söyle o mu yaptı?”
“Yaptılar” diye haykırdı yüzüme.
“Ne-ne demek yaptılar?”
“Toplamış dört beş tane kendisi gibi eşkıyayı, aşağıdaki sokakta önüme çıktılar.” Patlamış dudağını işaret ederek ekledi “Ağzımı bile açamadım.”
“Ben gerçekten ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Çok özür dilerim gerçekten. Hemen pansuman yapalım. Sen geç otur.”
Ahmet çeşitli küfürler mırıldanarak masamın yanındaki kendi masasına doğru geçti. Koltuğuna kendini bırakıp acıyla çenesinin kırılıp kırılmadığını kontrol etmek istercesine bir o yana bir bu yana oynatmaya başladı. Banyoya doğru yönelip ecza dolabından işe yarayacak birkaç malzeme alarak tekrar yanına vardım. En azından patronlar gelmeden suratına biraz çeki düzen vermeliydik.
“Al sür şunu” Tentürdiyotlu pamuğu uzattığım elime yüzünü buruşturarak bakıp gerekeni yapmak üzere kapı girişindeki aynanın karşısına geçti.
“O manyakla sevgili olduğuna inanamıyorum. Nerede tanıştınız? Hayvanat bahçesinde mi?” Dudağına hafif hareketlerle kondurduğu pamuğun acısıyla kesik kesik konuşmuştu. Ağzımı açtığım sırada ofisin çalan telefonu ile vereceğim cevabı erteleyerek telefonu cevapladım.
“Namlı müşavirlik buyurun?”
“Hemen aşağı in Aslıhan. Bekliyorum.”
“Alo alo Uğur”
Kahretsin. Küstah tavrı bir yana bana emrivaki yapmasına artık tahammül edemiyordum.
“İnmeyeceğim” dedim çoktan kapattığı telefondan duyamayacağını bilsem de sesli söylemek içimi rahatlatmıştı. Çalan zil sesi ile az buçuk rahatlayan yüreğim hopladı. Burada işyerimde resmen taciz ediliyordum. Diafona doğru giderek damarına basar gibi sert basıp o sihirli soruyu sinirle sordum.
“Kim o!”
“Benim Ümran açın”
Kapı kilit tutuşuna basarken hala aynanın önünde kendini toparlamaya çalışan Ahmet’le göz göze geldik. Patron gelmişti ve benim karşımdaki görüntü ve aşağıdaki adamla başlayan birçok sorunum vardı. Sorunlardan en büyüğünü halletmeye aniden karar vererek dairenin kapısını açıp hızla merdivenlere yöneldim. İki kat aşağıda merdivenlerde Ümran Bey ve Nuray Hanım’ı birlikte yukarı çıkarken gördüğüm an arkamdan atlı kovalıyormuş gibi hızlandım.
“Ümran Bey ben bir aşağı iniyorum, şimdi geleceğim.” Her zaman imalı esprileri ile zekâsına hayran olduğum adamın bakışlarına karşılık gülümsemekle yetindim. Ümran Bey, ellili yaşlarının ortalarında oldukça kültürlü, edebiyat düşkünü ve bence tiyatrocu olmak yerine yanlışlıkla muhasebeci olmuş bir adamdı. Basılmış birkaç şiir kitabını gördüğümde bu beni hiç şaşırtmamıştı. Ümran Bey tam bir şairdi, bana göre en büyük farkı ise alaycı üslubu ile kaleme aldığı her bir şiirinin sadece yazılmış değil aynı zamanda yaşanmışlıklarına inat hayata karşı bir kafa tutma olduğunu daha o günlerden biliyordum.
Apartmanın kapısından çıktığım anda sokağın karşı duvarına yaslanmış olan Uğur’un o son günlerde alaycı olan bakışları ile karşılaştım. Bu o malum günden sonra ilk yüz yüze karşılaşmamızdı. Bana yaklaşıp sarılmaya yeltendiğinde ise bunu tek hatırlayanın ben olduğunu anlamıştım. Aramızda bir nefes mesafesi kaldığında göğsüne dokunarak onu durdurdum.
“Lütfen, benden uzak durur musun?”
“Hayatım bu elimde değil, seni görmeden yapamıyorum.”
Sesli ve derinden bir nefes koyuverdim.
“Ne var ne istiyorsun?”
“Hiç. Sadece sevgilimi görmek istedim. Bunun için illa o adamı dövmem mi gerekti? Mesajlarıma cevap vermedin? Telefonlarıma çıkmadın bak ne oldu? Böyle görüştük işte.”
“Sen nasıl bir adamsın ya? Sen şimdi her şeyi hallettiğini mi sanıyorsun? Beni öldürmeye kalktın, iş arkadaşımı darp ettin. Şimdi çekil git buradan.” Bir adım geri atamadan eli koluma yapıştı. Tutuşu ifadesi gibi gayet sertti.
“Sen beni terk edemezsin. Beni terk edersen senin hayatını bitiririm.” Nefesi yanağıma düşen saçlarımı dalgalandıracak kadar kuvvetli ve bir o kadar öfkeli çıkmıştı. O zamanlar bir deli ile baş etmenin yollarını henüz bilmiyordum. Gözlerinizden geçen en ufak bir korku pırıltısının onları nasıl daha da güçlendirdiğinden ben o gün o sokak ortasında haberdar olmuştum. Son bir güç ile kolumu kurtarıp kendimi az önce çıktığım binaya doğru attım. Çıkarken aralık bıraktığım kapıyı kapatmaya yeltenirken kapı hızla arkasındaki duvara çarptı.
“Aslıhan dur konuşalım.”
“Konuşmak mı? Konuşmak yaptığın eylemlerden çok daha önce yapılması gereken bir şeydi. Artık konuşacak bir şeyimiz yok. Lütfen izin verir misin?”
İtelemeye çalıştığım kapı aynı gürültüyle bir kez daha duvarla buluşurken son kez randevu talepleri de ısrarla devam etmekteydi.
“Bakma bana öyle lütfen, korkma benden. Hayatım korkma benden.” Korkma benden derken bile kolumu ne kadar sıkarak korkumu arttırdığının farkında değildi. Dişleri sinirsel olarak birbirine geçmiş haldeyken bir nöbet anındaymış gibi aynı kelimeyi tekrarlıyordu. Korkma benden.
Aklından geçenleri çözmeye çalışarak bir süre sessizce söylediği aynı nakaratı dinledim. Burada işyerimin önünde rezalet çıkaramazdım. Rezil olamazdım. Rezil olmak benim hayatımın en büyük kâbusuydu. Aileme karşı rezil olmak, işyerinde rezil olmak, arkadaşlarıma karşı rezil olmak, yolda ayağım kayıp düşersem rezil olmak. Ben bu en büyük kâbusumla baş etmeye çalışırken o yeni kurduğu planlarını uygulamakla meşguldü.
“Bak eğer akşam benimle buluşmayı kabul etmezsen, yarın yine gelirim, bu sefer yukarı çıkar rezalet çıkartırım ve sende kovulursun ve o sınava da asla giremezsin. İkimizde böyle olmasını istemeyiz değil mi? He? Sen de istemezsin değil mi hayatım?”
Sinirden dişlerimi sıkma sırası bendeydi.
“Tamam geleceğim git şimdi.”
“Ben hep sana söylüyorum, sen boşuna kendini üzüyorsun bu sınavı kazanacaksın. Neden biliyor musun çünkü sen çok akıllı bir kızsın.” Kendi söyleyip kendi güldüğü bu esprinin ardından esir aldığı kapının arasından çıkarak sokağa doğru yol aldı.
Ofise girdiğimde daha kapıyı kapatmadan Nuray Hanım’ın bana seslendiğini işittim. Nuray Hanım Ümran Bey’in sağ kolu, ofisin müdürü ve benden dört beş yaş büyük bir bayandı. Tek bir kusuru vardı, sanırım kendisi en fazla yedi aylıktı. Tüm gün telâşe memuru gibi oradan oraya koştururdu ve nasıl becerdiğini bilemesem de her zaman her şeyden haberdar olurdu. Meraklı kelimesinin türkçe sözlükteki anlamı gibiydi. Hakikaten korkuyordum bir gün açıp bakarsam kelimenin karşısında Nuray yazdığını görmekten.
“İçeri gir Aslıhan kapıyı da kapat.” Dediğini yapıp odaya girdiğimde aynı odayı paylaştığı Ümran Bey’in de yerinde oturduğunu gördüm. Nuray Hanım yerinden kalkarak kendisi ile birlikte beni de Ümran Bey’in masasının önündeki koltuklara yönlendirdi. Muhtemelen birazdan içinde kovulmak tazminat gibi kelimeler geçen bir konuşma işitecektim.
“Tehdit mi ediyor o adam seni?” Başımı istem dışı soruyu soran Nuray Hanım’a doğru hızla kaldırdım. Yok artık diafondan mı dinlemişti.
“Yoo hayır, o benim erkek arkadaşım da beni görmeye gelmiş.” Ben başarabildiğim kadar sırıtmaya çalışırken Nuray Hanım tek kaşını kaldırarak bir kelimesine bile inanmadığını belirten bir ifade sergilerken genelde takındığı ciddi tavrını da sürüp sürüştürmüştü.
“Bak Aslıhan şimdiden böyle davranan bir adam ilerde neler yapmaz. Aklını başına al. Erkek diye kendini senden güçlü mü sanıyor.” Of ya şimdi feministliğin sırası değil. Bu işten de kovulursam sınav harcımı feminist kadınlar derneği ödemeyecek. Sonra ya ailem? Daha bir sevgilimin olduğunu bile bilmeyen insanlara bir deli ile birlikte olduğumu nasıl anlatırım. En iyisi susmaktı ve tabi susturmak bu yüzden kadına fırsat vermeden atıldım.
“Gerçekten bir sorun yok şimdi eğer izin verirseniz yerime geçmek istiyorum.”Ardından gülümsedim, bu benim önümdeki üç ay içindeki son gülümsemem olmuştu.
*****
Uğur’la yaptığımız o akşamki konuşmadan sonra “son kez” adı altında tam beş kez daha görüşmüştük. Her bir görüşmenin arası sayısız cevapsız arama, tehdit mesajları, uykusuz geceler ve yeni posta kutum olan cam kenarına bırakılan emanetlerde dolup taşmıştı.
Bu sabah bırakılan zarftan ise kara kalemle çizilmiş bir mezar resmi çıkmıştı. Çizenin resim kabiliyeti de kendisi gibi berbattı. Mezarın hemen başına yaptığı taşta tabii ki olması gereken isim yazıyordu. Artık şaşırmıyordum hatta doğal bile karşılıyordum adımı çeşitli ölüm simgeleri ile beraber aynı kâğıtlarda bulmaya.
Beşinci son buluşmamızda farklı bir yol denemeye karar vermiştim. Biraz daha uğraşırsam psikolojiyi de çözecektim.
“Bak Uğur sen bana gerçekten âşık değilsin. Seninki şuan kendini zorunlu hissettiğin bir alışkanlık.” Sanki yarın kıyametin kopacağını söylemişim gibi yüzüme inanamayarak baktı.
“Gerçek aşk mı?” Patlattığı kahkaha canımı yakmıştı. “Bu devirde aşk mı kalmış ya! Hep o deli saçması filmleri izlediğin için bunlar oluyor.”

Sizde benim gibi “Bu devirde aşk mı kalmış ya!” diyen insanlarla dolu bir dünyada mücadele ediyorsanız milenyum çağının ilk çeyreğinde hala gerçek aşk için direniyorsunuz demektir.
Gerçeklikle alakası olmayan binlerce beden gerçek aşkın var olmadığını savunur durur. Yıllar içerisinde; suçu her zaman bir başkasına yüklemeye alışmış insanoğlu belli bir suçlu bulamayıp kendini de aklayınca geriye kalan tek olguyu sorgular. “AŞK”
Aşkın masallarda, romanlarda yada eski türk filmlerinde kaldığını savunan bu metropol insanlarına sormak isterim. Sizi âşık etmek için illa bir uçağa atlayıp Vecihi gibi tepenizde mi dolanmak lazım? Mavi boncuk dağıtmak ya da Galata’nın en namlı kadını Fosforlu Cevriye gibi mi olmak? Kırk yıllık turist Ömer bile bir kalbe yerleşmişken arınız balınız peteğiniz olmak da mı yetmez size? Söyleyin melek mi şeytan mı lazım, bir çirkin kral ya da sevemediğiniz bir karagözlü. Tabi ki devlerin aşkı yaraşır herkese ne de olsa bir aşk mabudesi yatar hepimizin gönlünde. Artık sevmeyeceğim dediğiniz her seferde bir mahcup delikanlı çıkar önünüze.
Ah nerede vah nerede diye dövünmeyin, eğer hala gerçek aşkın önünüze çıkmadığını düşünüyorsanız belki de geçtiği güzergâhta beklemiyorsunuzdur sadece. Delisin delisin diyenlere cevap, o zaman bırakında yaşayalım!

İlerleyen günlerde Uğur tek bir konuda haklı çıkmıştı. Ahmet kendini sadece benim iş arkadaşım olarak görmüyordu. Son zamanlardaki genel tavırları ise bunu benimde anlamamı istediğini söylüyordu. İşten çıkmak üzere hazırlanırken günün son atağını yapmak için harekete geçti.
“Senin bana verdiğin şu olaylı kitap var ya, filmi çıkmış başrolünde de Tom Hanks oynuyor.”
“Hımm öyle mi?”
“Evet. Bu cuma vizyonda. Hafta sonu gidelim mi?” Soru ne yazık ki kapıdan çıkamadan gelmişti.
“Hayır, hafta sonu bir işim var, sana iyi seyirler.” Normal Aslıhan olsaydım cevabı burada kesmem gerekirdi. Fakat dört bir yanım anormaller ile işgal altında iken artık bende cevaplarım gibi normal değildim. “Hem Ahmet, işim olmasaydı da seninle sinemaya gitmezdim.” Kapanan kapı ile birlikte ümitleri de sönen Ahmet ise bir hafta sonra sessizce ayrılmıştı. İşin tuhafı ise Ahmet’in hislerini fark eden Ümran Bey’in benle yaptığı konuşmadan sonra onu işten çıkarmış olmasıydı…

*****
Sınav harcımı yatırmanın dayanılmaz mutluluğunu yaşıyordum. Artık vakit tamamdı. Tam beş ay boyunca çektiğim kâbus dolu günler sona ermişti. Bu günlerin mükâfatı olan elimdeki banka dekontunu tıpkı karnesini almış küçük bir çocuk gibi sallıyordum. Ve şimdi bana bunları yaşatan adamdan hesap sorma vaktiydi. Bu yüzden bana göre kesin ona göre imkânsız olan son buluşmaya doğru yol alıyordum. Yer, her şeyin başladığı yerdi. Üsküdar’da bir lunaparkın yanındaki çay bahçesinden içeri girerken içimde nedenini bilmediğim bir huzur vardı. Etrafa bakıp onu arka taraftaki masalardan birinde otururken bulunca şaşırdım.
Masaya geldiğimde yerinden kalkarak bana sarılmak için yeltendi. Bu sefer göğsünden itmem değil, elimi havaya kaldırmam yetmişti.
“Niye arka tarafa oturdun.”
“Bilmem herhalde öyle denk geldi.”
Yerime yerleşip söze başladım. “Konuş” dedim emir verme sırası bendeydi. “He şimdiden söyleyeyim asarım keserim yok seni öldürürüm diye başlayacaksan ben o hikâyeyi ezberledim.”
“Ben bu gün sana bilmediğin bir hikâye anlatayım o zaman. Hikâyemiz yine bu zamanlarda geçiyor. Şimdi ilişkilerinin sonuna gelen sevimli bir çift varmış. Adam ne kadar anlayışlı ne kadar yapıcı ise kız o kadar kaba ve bir o kadar ne istediğini bilmezmiş.”
“Sen neden bahsediyorsun? Keser misin lütfen hikâye anlatmayı.”
“Sabırlı ol sonuna bayılacaksın. Nerede kalmıştım evet bu çiftimizden erkek olanı ilişkiyi bitirmeye ve medenice ayrılmaya karar verir, kararını kıza söyler. Ama kız kabul etmez, laf dinlemez, çünkü o ayrılık nedir bilmez.” Çantasına doğru uzanırken hızla bir kahkaha patlattı. İyi ki kimsenin olmadığı bu tarafa oturmuştuk.
“Birde esas oğlanımız öğreniyor ki kızın raporu var. Kız deliymiş yani. Düşünsene.” Ardı ardına attığı kahkahalar buraya girerken hissettiğim tüm huzuru yerle bir etmişti. Konuşmaya devam ederken bir yandan da az önce çantasından çıkarttığı bir pet şişeyi masanın altına doğru indirmiş kurcalıyordu.
“Ne yapıyorsun orada?” Kucağındaki işle uğraşırken konusu tanıdık hikâyesine devam etti.
“Bak şimdi finale geldik. Neyse efendim bir gün kız oğlanı zorla bir çay bahçesine götürüyor. Son kez konuşacak ikna edecek sanıyorsun ama işin aslı öyle değil, kızın fikri kötü. Kız intikam istiyor. Kız ölüm istiyor.”
“Bak Uğur korkutma beni yeter. Ne yapıyorsun orada?” Ayağa kalkmak için çok geç kalmıştım. Uğur gözümün önünde bir şişe zehirli suyu kafasına dikerken bile yüzünde zerre pişmanlık yoktu. Üzerine atılıp şişeyi yere devirirken yarısının boş olduğuna emindim. Uzun zamandır su yüzü görmemiş bir bitki gibi hızla suyu içine çekmişti.
“Sana beni terk edersen senin hayatını bitiririm demiştim sevgilim.” Son iki kelimede ağzından yoğun tükürükler çıkarmıştı. Tükürükler birleşerek köpüklere dönüştüğü sırada genç bir garson koşarak bizim olduğumuz tarafa geldi. Yalnız bizim olduğumuz tarafa! Lanet olsun.
“Hayır olamaz, yardım çağırın ambulans çağırın.” Adam elindeki tepsiyi yere düşürmek dışında haykırışlarıma karşılık sadece ağzını şok olmuş bir ifade ile açabilmişti.
Uğur son bir gayretle doğrularak garsona yere yığılmadan önceki son sözlerini söyledi.
“Beni zehirledi. Kız ölüm istiyor.”

Olay tam bir film gibiydi yani. Artık rezil olmak da benim en büyük kâbusum değildi, artık en büyük kâbusum katil olmaktı.

*Ahmet Altan- En Uzun Gece
*Da Vinci Şifresi- Mayıs 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder